Yaz mevsimi münasebetiyle seyahatler yoğunlaştı. Seferîliğe bağlı olarak hangi durumlarda namazlar kısaltılır konusunda kafa karıştıran bazı meselelere göz atmakta fayda var.
Öncelikle şunu belirtelim ki, Üstad Bediüzzaman (ra) “Eğer hakikî ihtiyaç hissetseydim, böyle füruata dair müçtehidînin derin me’hazlarına gidip bazı beyanatta bulunacaktım”1 diyerek prensip olarak fıkıhta “füruata” pek girmemiş, bu vazifeyi hak mezheplerin bıraktığı zengin fıkıh mirasına ve ulemaya havale etmiştir.
Bununla birlikte, fıkıhta bu iftâ ve içtihat işini havale ettiği âlimler veya onların eserlerine başvuran hocalar bu vazifeyi deruhte ederlerken usul ve yaklaşım hatalarına düşmesinler diye “İçtihat Risalesini” telif etmiş ve bu meyanda seferîlik gibi bazı fıkhî meselelere de temas etmiştir.
Üstad’ın bu temasları, aslında fetva verme işinin nasıl yapılması gerektiğini örneklendirmek içindir. Yoksa maksadı “Seferîlikte namazların kısal- tılması ile ilgili benim içtihadım işte budur; bu bir ruhsattır, doğrusu da budur. Bu meselede beni taklit edin” demek değildir.
Zira Üstad Hazretleri bu meseleyi ele alırken bu kısaltmanın “vacip” olduğunu savunan Hanefîlere yardım edercesine açıklamalarda bulunmuştur. Demek burada Üstad’ın birinci muradı “hükümlerin illetlere göre verilmesi gerektiğine” dair usul kaidesini hatırlatmak, ikinci muradı ise bu meselede tenkitlere maruz kalan Hanefîiçtihadını korumak, yaşatmak ve onun da “usul açısından” ne kadar doğru olduğunu ortaya koymaktır.
Çünkü Bediüzzaman Hazretleri Musavvibe’dendir. Bu anlamda Üstad’ın mesleği, mezhepleri “cem’ ve telif” etmektir. Onun derdi, hak olan mezheplerin farklı görüşlerini tahtie ile yanlışa nispet edip teke indirmek değil, aksine rahmete ve genişliğe sebep olan bu farklılıkların mensuplarınca yaşatılmasını temin etmektir. Zaten Üstad Hazretleri, yolculukta namazlarını kısaltmadan kılmaları yönünde -en azından yakın talebelerine- bir iş’arda bulunmuş da değildir. Oysa aynı Üstad, müstehap olan birçok konuda açık tavsiyelerde bulunmuştur.
Dolayısıyla seferîlik konusundaki fetvalarda Hanefî olanların kendi mezhepleri doğrultusunda hareket etmesi yanlış değildir. Ama eğer ortada bir “ihtiyaç veya maslahat” varsa kişi Şafiî Mezhebini de taklit edebilir. Nitekim Üstad’ın da Cuma namazı meselesinde kendi mezhebi yerine, ama birçok sebep ve maslahata binaen “Mezheb-i A’zamî’yi taklit ettiğini” görürüz.
(Seferîlikle ilgili aşağıdaki meselelerde, ferdî fetvalara nisbetle çok daha emniyetli sayılan Din İşleri Yüksek Kurulumuzun tercihleri gözetilmiştir.2)
* * *
BİRİNCİ MESELE:
“Hanefîlerde 90 (Şafiîlerde 80) kilometreyi aşan bir yere gitmek üzere yolculuğa çıkıldığında seferîlikle ilgili kolaylıklar nereden başlar?” (Bu kolaylıklar namazların kısaltılması ve birleştirilmesi, orucun ertelenebilmesi, cuma ve bayram namazları ile kurbandan muafiyet gibi hükümlerdir.)
Özel araçla gidenler 90 km’yi aştıktan sonra değil, ikamet ettiği ilçenin belediye hudutlarından çıktıktan sonra seferîlikleri başlar. İstanbul gibi büyük şehir dahi olsa ve yolculuğu boyunca meskûn mahal kesintisiz devam da etse fark etmez; ilçesinin belediye sınırları (köyden çıkmışsa köy sınırları) esastır. Hatta Silivri veya Çatalca’dan Şile veya Tuzla’ya giden kimse, kendi ilçesinden çıktığında seferîdir. Toplu taşıma ile gidenler için ise gar, otogar, liman ve havalimanları seferîliğe bağlı kolaylıkların başlama noktalarıdır.
Yalnız yolculuğa çıkarken en az 90 km’yi aşan bir mesafeye niyet etmiş olmamız şarttır. Aksi halde mesela birini takip için yola çıksak ve onun peşinde dünyayı turlasak seferî sayılmayız.
Bir de “hedefi 90 km’yi aşan her yolculukta” gittiğimiz yer neresi olursa olsun veya konaklama planımız kaç gün olursa olsun “yolculuk boyunca” daima seferî sayılırız.
İKİNCİ MESELE:
“Anne babasının yaşadığı beldeye giden veya oğlunun yanına misafir gelen ya da çalışmak için bir başka şehre gidip gelen kişi oralarda seferî olur mu?”
İnsan “artık ayrılmamak ve sürekli orada yaşamak” üzere bir yere yerleşmişse orası onun aslî vatanı olur. Bu durumda eski vatanı, vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Eski vatanında veya doğduğu yerde anne babasının veya yetişkin çocuklarının bulunması durumu değiştirmez. Çünkü bu kişi artık bu eski vatanına -ileride de olsa- tekrar dönüp yerleşmeyi düşünmemekte, sadece bir misafir gibi gelip gitmektedir. Genel hüküm ve “tercih edilen” görüş budur. Ancak bu hükmün, yanlış anlaşılabilen bazı detayları vardır:
Kişi asker, öğrenci, işçi veya memur ise ve bulunduğu yeri görevi bitince “terk etmeyi düşünüyorsa” bu tür yerler onun vatan-ı ikameti sayılır; aslî vatanı ise hâlâ geçerliliğini koruyor demektir. Ancak ileride ayrılmayı düşündüğü halde buralarda eğer kiralık bile olsa kullandığı bir evi/yazlığı, hatta devremülkü varsa kişi istediği zaman girip çıkabildiği “bir meskeninin bulunduğu her yere” bir günlüğüne de gelse seferî olmaz; mukim gibi hareket eder. Yani namazlarını tam kılar.
Mesela bir baba, Bursa’daki evini oturması için bekar oğluna terk ederek kendisi Konya’ya yerleşse, eğer bu babada evin anahtarı hâlâ varsa ve geldiğinde kendi evi gibi kullanmaya devam edebiliyorsa Bursa’da yine mukimdir. Ancak oğlan evlenmiş ve baba misafir gibi gelip gitmeye başlamışsa Bursa’da seferî olur. Keza aynı bekar oğul, sadece çalışmak/okumak için Bursa’da kalıyorsa, bu oğul gerek Bursa’da gerekse Konya’da mukim sayılır; bu iki yerde kaç gün kalacağına bakılmaz. Yalnız aynı oğul, evlenip Bursa’ya yerleşmişse, Konya’ya babasının yanına gidince artık seferî sayılır.
Mesela kişi, işi gereği hafta içi 90 km. mesafedeki başka bir şehirde çalışıp hafta sonları evine dönüyorsa ve çalıştığı şehirde hafta içinde otel, misafirhane vb. yerlerde kalıyorsa orada daima seferî sayılır. Ancak orada Hanefîlere göre 15, Şafiîlere göre de 4 tam gün kalmaya niyet ettiği zamanlarda seferî sayılmaz. Bir de eğer orada bir mesken kiralamışsa -yol boyu hariç- artık hiçbir şekilde seferî olmaz.
Karavan ise eve benzemez; onunla yolculuk yapanlar, konakladıkları yerlerde 15 gün kalmayacaklarsa seferî olmaya devam ederler.
Dipnotlar:
1- Barla Lahikası, s. 352.
2- Okuyucu yormamak için tanımlara, kaidelere, delil ve kaynaklara değinilmemiştir. Detaylı bilgi için bkz. Din İşleri Yüksek Kurulu Fetvalar, s. 229-235, DİB Yay. Ankara, Mayıs 2024; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 173-179; Mehmed Zihni, Nimet-i İslam, s. 345-352