Başlıktaki ifade, On Altıncı Lem’a’da geçer. Bediüzzaman’ın talebelerinden Hoca Sabri (rh) ile Hafız Ali’nin (rh) suallerine verilen cevapta bahsedilen konu Lokman Suresi’nin 34. ayeti muvacehesindedir.1 Ayet şöyledir:
“Kıyamet saati hakkındaki bilgi yalnız Allah’ın katındadır; O, yağmuru yağdırmakta; rahimlerdekini bilmektedir. Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez; hiç kimse nerede öleceğini bilemez ama Allah, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.”
Beş bilinmeyen anlamındaki mugayyebat-ı hamseden olan ana rahmindekinin akıbeti ve özellikle cinsiyeti, gelişen ilme dayanarak bazı itirazlara da mevzu olmaktadır.
Bazı kurallara bağlı olarak zuhur eden vakıalar, gaybdan sayılmıyor. Meselâ güneşin, ayın doğması düzenli bir şekilde, hiç değişmeden birbiri ardınca devam ettiğinden artık o bilinmeyen değil, bilinenlerden kabul ediliyor. Yağmurun elbette bazı kuralları var ama her defasında vuku bulmuyor; rahimlere atılan her zaman döllenecek diye bir kaide yok; yarın neler olacak, net belli değil; ecelin, nerede, ne zaman olacağı ise hiç ,ama hiç belli değil. Kıyametin vakti de böylesine. Bunlar da kendi içlerine ayrı ayrı tahlile tabi tutularak değerlendirme yapılır.
Ayette kıyamet saati, yarın ne elde edeceği, nerede öleceği konusu sadece Allah’a ait olduğu vurgulanırken, yağmuru yağdırdığı, rahimlerdekini bildiği de ifade edilir. Yağmur ve rahimdeki mutlak bir mana arz ediyor, herhangi bir sınır ve hudut söz konusu edilmemiştir. Bilakis, insanları, bunları bileceğine imaen bir teşvik de söz konusudur. İnsanın bilmesi de ileri bir tahminden öteye gidemez, geneliyle bahseder. Zira, olmuş ve olacak her şeyi kâmil manada bilen sadece Allah’tır.
Ayette, rahimlerdekini diye yine mutlak bir ifade geçer ki cinsiyeti olarak algılamak kişinin zannıdır. Evet, cinsiyet, rahimdekiyle alâkalı bilgilerden sadece biridir, ya diğerleri? Damlaya sahip olanın okyanustan bahsetmesi ne kadar gerçekçi olabilir ki?
Rahimdeki ceninin maddî simasındaki farklılığının ötesinde manevî siması da çok farklılık arz ederken kendine özel hususiyetlerini de teşhir eder. Her bir ceninin karakteri, mizacı, ahlâk ve kabiliyeti elbette farklı farklıdır. Maddî simadaki genel manada birlik, Allah’ın bir ve vahidiyetine işarettir.
Bütün insanlarda tevafuk yani uygunluk ve diğeri de tehalüf yani farklılık olmak üzere iki cihet vardır. Farklılık yönü, Allah’ın iradesinde muhtar; uygunluk yönü ile de Yaratıcının vahid ve ehad olduğunu gösterir.
Bediüzzaman, kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet olarak; vücud, hayat, nur ve rahmet tesbitini yapar. Bu dört unsurun yaratılmasında sebepler kullanılmaz, hiçbir şey perde ve vesile olmaz, doğrudan doğruya İlâhî kudrete ve iradeye bakar. Hayat; muhtevasındaki bütün parçalarıyla beraber şükre ve kulluğa bakar ve Allah’ı anmanın yegâne kaynağıdır. Dolayısıyla vesile ve vasıtaya yer yoktur. Hayat ve nur da öylesinedir. Rahmetin de iki cephesi vardır. Birisi vahdet, ehadiyet ve samediyetin alâmetidir. Ana rahmindeki bebeğin vaziyeti buna güzel bir misaldir.
Devam edeceğiz…
Dipnot:
1- Bu yazının hazırlanmasına vesile olan Bakü’lü Yusuf Abbasli’ya teşekkürler.