Said Nursî, Risale-i Nur’la ortaya koyduğu hizmetin asıl ve öncelikli hedefinin esas itibarıyla insanların ebedî hayatlarını kurtarmak olduğunu, ama dünya hayatına bakan cihetiyle millet ve vatanın anarşi tehlikesinden korunmasını da netice vereceğini söylüyordu.
1943–44 yıllarında talebeleriyle birlikte tutulduğu Denizli hapsindeki müdafaalarından birinde, devrin yöneticilerine “Siz ne için sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz?” diye sorarken; kendilerinin elli sene sonra gelecek nesli anarşi tehlikesinden kurtarmaya çalıştıklarını vurgulamıştı.
1948–49 yıllarındaki Afyon mahkemesinde de “Ben bekliyordum ki, ya Ankara, ya Afyon beni sorguda pek büyük meseleler için, Nurların o meselelere hizmeti cihetinde bir meşveret dairesine alıp bir sual-cevap beklerdim” diyor; bilhassa “Vatanımızda anarşiliğe inkılâp eden komünist tehlikesine karşı Nurların tesirleri ne derecededir ve bu mübarek vatan bu dehşetli seyelan- dan nasıl muhafaza edilecek?” gibi “dağ misillü” meselelerin sorulması lüzumu varken asılsız isnat ve ithamlarla yargılanıp hapiste tutulmalarının abesiyetine dikkat çekiyordu.
O, hayatta iken bu beklentilerinin karşılığını ne yazık ki hiçbir zaman göremedi. Çünkü “büyük kafalar” onu anlayamadılar. Bu yüzden, onun ikaz ve çağrılarına kulak vermek şöyle dursun, tam tersine yanlış politikalarını inat ve ısrarla doludizgin devam ettirdiler.
İşte milletimize yıllardır büyük acılar yaşatan terör belâsı, o vahim yanlışların zaman içinde birikip bugünkü boyutlara ulaşan zehirli meyvelerinden biri.
Çözüm ise, “Zararın neresinden dönülürse kârdır” yaklaşımıyla bu yanlışlardan artık vazgeçip, Bediüzzaman’ın hâlâ geçerliliğini koruyan reçetelerine sarılmakta.
“Terörsüz Türkiye” hedefine konjonktürel siyasî hesaplarla, dün “terörist” dedikleriyle bugün işbirliği yapan, Öcalan’a ve PKK’lılara özgürlük yolunu açarken Demirtaş’ı ve diğer DEM Partilileri içeride tutmaya devam eden ve seçilmiş milletvekilleriyle yerel yöneticileri kayyım darbeleriyle devirmekten vazgeçmeyen bir zihniyetin hukuk ve demokrasi dışı uygulamalarıyla değil; bu reçeteleri samimiyetle benimseyip hayata geçirecek bir irade ile ulaşılabilir.
Ortadoğu’nun terörden arındırılması da önce Türkiye’de böyle bir iradenin hâkim olmasıyla mümkün.
Bunun için daha ne kadar bekleyeceğiz?