Eski zamanlarda olduğu gibi, fetihlerle, toprak işgalleri ile yer kazanma devrinin son bulması ile yeni bir çığır açıldı. Artık bir yerleri ele geçirmek için, topun, tüfeğin yerine başka silâhlar kullanılmaya başlanıldı.
Üstadımız; açılan bu yeni “sistem”ler savaşını “hakikat çekirdekleri” adlı eserinde şöyle tarif ediyor: “Devletler, milletler muharebesi; tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi ecir olmakta istemez.”
Yani, gelecekteki yeni keşiflerle ulaşımın, iletişimin, teknolojik buluşların olacağını kestiren devletler, toprak işgalleri yerine, dünya üzerindeki çeşitli ırk, siyaset, milliyet, mezhep, din, renk, zengin-fakir, ahlâk, cinsiyet, tebaa (v.b.) gibi, “toplumlardaki bu tabakaları nasıl ele geçirebiliriz” diyerek, politikalarının gücünü o yönde kullanmanın hesaplarını yapmaya başladılar.
İşin merkezinde ise; yaklaşık 900 yıldan beri devam ettiği halde bir türlü başaramadıkları İslâmı ortadan kaldırma projesi olduğu her hallerinden belli oluyor.
Lord Gürzon, İngiliz Avam Kamarası’nda, elindeki Kur’an’ı göstererek “Bunun (Kur’ân’ın) mutlaka ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi veyahut Müslümanları Kur’ân’dan uzaklaştırmak” gerektiğini söylememiş miydi? Bunun için öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması gerekiyordu. Bu planlarını savaşla çözemeyeceklerini bilen komiteler, başta ırkçılık damarlarını harekete geçirerek sonra diğer saydığımız unsurları kullanıp, isyanları teşvik etmeye başladılar.
Osmanlı, Birinci Meşrûtiyeti 1876’da, İkinci Meşrûtiyeti 1908’de ilân etti. Bu demokrasi hareketliliğinden rahatsız olan malûm komite, fitne tezgâhını açıp, 31 Mart 1909’da ihtilâl gerçekleştirerek tekere çomak sokmuştur. 1907 yılında İstanbul’a geldikten sonra, ilmî çalışmaları, müsbet hareketi ve konuşmaları, gazete makaleleri, padişahla arasında geçen diyalog ile devlet-i Osmaniyede en çok konuşulan kişi haline gelen, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, fitnekâr komitenin en çok çekindiği şahıs olmuştur.
İşte delili: “... Seyyid Sadettin Paşa dedi ki: ‘Kat’i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: ‘Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız’ diye senin idamına hükmetmişler...“ (Tarihçe-i Hayat, 521)
Bundan da anlaşılıyor ki: İki cepheli ”sistem savaşı”nın Kur’ân ve iman cephesinde Said Nursî ve Talebeleri vardır.