Hz. İbrahim (as)
Peygamber kıssalarını, zamanında yaşanmış ve orada kalmış olarak görmek hatadır. Onlar, insanlık âlemi için birer ders, birer ibret ve yolumuzu gösteren pusulalardır.
Üstadımızın hem şair, hem hattat dediği talebelerinden muallim Ahmed Galib "Geçmiş peygamberlerin hayatlarındaki kıssalarını, zamanımızda nasıl okumalıyız?" sorusuna cevap olarak ikişer satırlık beyitleriyle çok güzel bir çalışma ortaya koymuş.
"Vahdetin esrarını ilân eden
Ol Halil-veş asl-ı millettir sözün"(1)
(Buradaki “sözün” ifadesi, Risale-i Nur’dur. Ve mücadelesini de Hz. İbrahim’in yaptığı mücadeleye benzetmiştir.)
Yani, Risale-i Nur ve sıkıntı çeken talebelerini, Nemrut’un zulmüne rağmen Hazret-i İbrahim’in tebliğine inanan milletine benzetiyor.
Bütün peygamberlerin ortak davaları “La ilahe illallah ve yevmü'l-ahiret”i (Allah’tan başka ilah yoktur ve hesap günü olan ahiret haktır) ilân eden bütün peygamberler gibi Hazret-i İbrahim de vahdaniyetin sırlarını ilân ederken çok sıkıntılı günler geçirir.
Putperestliğin zirvede olduğu o devirde Hazret-i İbrahim, aldığı peygamberlik vazifesi ile putçuluğa karşı vahdaniyeti, ehadiyeti haykırarak, elle yapılan suretlerin insanlığa bir faydası olamayacağını anlatarak mücadeleye başlar.
Ve bunu ispat etmek için her yolu dener. Hatta bir gün kavmiyle beraber iken gökyüzünde görünen parlak bir yıldıza “İşte benim rabbim” demesi, sabah güneş doğunca onlara söyleyeceği sözler için bir hazırlık idi; aynı olayı ay ve güneş için de yaptıktan sonra, ay ve yıldızların sabah olduğunda, güneşin de akşam olunca kaybolduğu görülünce tevhid dinini açıklama vakti gelmişti.
“Ben batıp gidenleri sevmem” (İlâh olarak görmem) (2) diyerek, tevhidi çekinmeden ilân ederek davetine başlar. “Ben, bütün bâtıl dinlerden uzak ve Allah’ı bir tanıyıcı olarak, gökleri ve yeri yaratana yüzümü çevirdim; ben Allah’a ortak koşanlardan değilim”(3) deyince, zamanın kralı Nemrutla ateşe atılma mu’cizesine kadar olan mücadelesi başlamıştır.
Bu kıssadan zamanımıza alacağımız ders ise; bütün peygamberlerin ve evliyaların, dehşetinden istiaze ettikleri ve hadisle vasıfları bildirilen ahirzamanın dehşetli şahsı ile asrın müceddidi Bediüzzaman arasındaki mücadeleyi hatırlatmasıdır.
Bediüzzaman, Ankara’ya geldiğinde mebusların namaza karşı lâkaytlığını görür. Ve namaza dair bir beyanname neşreder. (4)
Bu beyannamenin neşrinden sonra birçok mebus içinde M. Kemal'in, Bediüzzaman’a “…Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilaf verdin.” demesine karşılık Bediüzzaman da kendi ifadesiyle: "Ben de onun hiddetine karşı dedim: 'Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.' Dehşetli bir put kırdım."(5)
Burada kırılan “put,” bütün zamanların en büyük “put”udur. Çünkü namazsız, ibadetsiz, Kur’ân'sız, peygambersiz bir düzen kurma düşüncesi içinde olanların “düşünce putları” kırılmıştır.
İman-küfür mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir. Bize düşen karınca hikâyesinde olduğu gibi tarafımızı belli etmektir.
Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, s. 171.
2- En'am Suresi: 76.
3- En'am Suresi: 79.
4- Tarihçe-i Hayat, s. 219.
5- Emirdağ Lâhikası, s. 422.