"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Allah’ın bu hizmeti hep koruduğunu gördüm

07 Eylül 2018, Cuma 00:45
Cenab-ı Hakkın bu Kur’an, iman ve İslâm hizmetini her türlü tuzaktan, hizmetin kudsiyeti hürmetine hep koruduğunu yaşayarak gördüm.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için

EVLİLİĞİM

İnancıma göre, hayatta en mühim mesele namus ve haysiyet meselesidir. Böyle ulvî ve kudsî bir dâvâda, böyle mübarek bir cemaatin içinde bu tarafımızı rencide edici ve zedeleyici dedikodulara fırsat vermemek için, kimseye danışmadan, kendi kendime düşünüp, kendi iç dünyamda evlenmeye karar verdim. Kimseye danışmadım, çünkü danışsam, vakıf ağabeylerden müsaade almak mümkün olmazdı. Sonra kendime aday aramaya başladım.

Benzer dedikodular açısından Zübeyir Ağabey de bizim dikkatimizi çekerdi. (…) “Tarih boyunca böyle bir takım uygunsuz dedikodular olagelmiştir. Bunlara kapı açmamak lâzımdır. İnsandır bu, melek değildir. Aman bu meselelere dikkat edin” diyerek bizi uyarırdı.

Ben de dershanelerle uğraşan bir insanım. Böyle dedikodular çıkınca, kendim bu meselenin üzerinde daha titiz durma ihtiyacı hissettim.

Bu dedikodular hizmetten ayrılmayı düşünecek kadar beni rahatsız etmişti. Sadece şahsımı değil İstanbul’da birlikte hizmet ettiğimiz arkadaşları da hedeflemişti.

Artık hizmetten ayrılmaya karar verdiğim gündü. Müesseseler üzerimde olduğu için, “Bu müesseseleri de götürüp teslim edeyim” dedim. Hatta o düşünce ile Cağaloğlu’ndaki binaya geldim, yerime oturdum. O arada rahmetli Osman Demirci Hoca geldi. Benim moralim bozuk, canım sıkkındı. Osman Hocaya, “Artık bu iş burada biter” dedim. “Hayrola, ne oldu?” dedi. Durumu o da biliyordu.

“Hocam daha ne olacak? Bir insanın en hassas tarafına, böyle hürmet ettiği insanlar bile dedikodu yaparsa daha ötesi var mı  bunun? İnsan için fevkalâde üzücü bir hadise bu. Bu bakımdan ben karar verdim, artık bu hizmeti bırakacağım. Onun için kime isteniyorsa, sen vasıta ol; gazeteyi de, Yeni Asya Yayınlarını da üzerimde ne varsa-devredeceğim” dedim.

Çünkü bütün bu mallar cemaate aitti. Hukuken birinin üzerinde görülmesi lâzımdı. Cemaat bana güvenmiş, itimat tevdi etmişti. Bu güne kadar da bu görevi yapmıştım. Ama mevcut şartlarda, artık götüremeyecektim. O zaman Demirci Hoca bana, “Hele otur da, bir çay söyle” dedi. Dinledim onu. Çayları söyledim.

Demirci Hoca, “Şimdi sana Hz. Mûsa’nın (as) kıssasını anlatacağım” diye devam etti.

“Buyur, anlat bakalım!” dedim.

“Mûsa (as) Beniİsrail’e peygamber. Yahudiler de çok kaypak, mizacı bozuk insanlar. Bundan dolayı Hz. Mûsa da (as) hayli sıkıntılar çekiyor. Aleyhinde konuşuyorlar, dedikodu yapıyorlar, bir takım iftiralar atıyorlar. Mûsa (as) durumu Cenâb-ı Hakk’a şikâyet ediyor: ‘Ya Rabbi! Ben bu kullarının hakkında iyilikten başka bir şey düşünmüyorum. Senden aldığım emirleri bunlara tebliğ ediyorum; ama bana iftira edip, sıkıntı veriyorlar’ diyor. Cenâb-ı Hak da, Hz. Mûsa’ya (as) buyuruyor: ‘Ya Mûsa! Sana ne oluyor? Bu insanları, bütün mahlûkatı yaratan Benim. Rızkını veren de Benim. Benim aleyhimde konuşup, Beni tenkit ediyorlar. Bana iftirada bulunuyorlar. Beni inkâr ediyorlar. Sana ne oluyor?’ diyor.”

Tabiî Hoca bunu kendi üslûbuyla anlatınca, o zamanın şartları içinde, bu kıssa bana öyle manidar geldi ki, başladım gülmeye. Sinirlerim biraz gevşedi.

Hâlbuki Üstad Hazretleri de, “Önemli olan rıza-i İlâhiyeye müteveccih olmaktır. O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok” diyordu. Ama insan bazen bildiği halde, kendi iç dünyasında kolay yaşayamıyor, hazmedemiyordu.

Hoca Efendi’nin bu hadiseyi anlatması bir sebepti. Hoca, “Sen bu hizmeti kime bırakacaksın? Bu bizim hizmetimiz. Böyle şeyler olabilir. Peygamberler böyle iftiralara, isnatlara maruz kalmışlar. Bak Üstad hakkında neler söylenmiş, ne sıkıntılar çekmiş!” diye sözünü devam ettirdi.

  Tabiî Hocanın o yaklaşımını hiç unutmadım. Onun bu desteği hizmette kalışımın sebebi oldu. Ceketimi giymiştim. “Peki!” dedim. Tekrar çıkardım.

“Tamam, Hocam. Allah razı olsun. Biraz rahatladım, neşelendim” dedim.

Hizmete böylece devam ettim, ama evlenmeye de karar verdim.

Eşimin, mutlaka Nur Talebesi olmasına dikkat ettim. Hizmetimizin içindeki pozisyonum itibarıyla malî durumu müsait olanlardan teklifler de gelmişti. “Hem daha iyi olur, hizmetin içindesin. Böyle maddî durumu iyi olan biriyle evlenirsen yardımı olur” diye düşüncelerini açıklayanlar da oldu. Ben ise aksini düşünüyordum:

“Önemli olan Nur Talebesi olması ve beni anlayabilmesidir. O para bana faydadan çok musîbet getirir. Güzel, zengin, soylu, tahsilli olmasını değil; Nurcu olmasını istiyorum” diyordum.

Benim hanımım dedikoducu olmamalıydı. Dedikoducu olursa; ben hizmetin içinde biriydim. Bu durum sıkıntı çıkarırdı. Mizacı bozuk, çenesi düşük, çaçaron bir hanıma çatarsam hizmetin içinde bana problem çıkarırdı. Sadece Nurcu olması, biraz onu bilmesi, halim-selim biri olması benim için yeterliydi. Bana göre Cenâb-ı Hak bu niyetimi bildiği için düşünceme göre biriyle de beni karşılaştırdı.

Ayrıca, evlilik mevcut vakıf tarzındaki çalışmama engel olmamalıydı. Bunun güzel bir örneğini vermek için de azmetmiştim. Bunu da başardım. Çünkü evliliğim beni hiçbir zaman değiştirmedi. Birlikte hizmet ettiğimiz arkadaşlar da bunu gördüler. Evlendiğim akşamın sabahı dahi saat sekizde kalktım. Her günkü gibi işimin başındaydım.

Üstad, Hanımlar Rehberi’nde, “Evlilikte küfüv, denklik dikkate alınmalıdır. Bu denklik meselesinin ise dindarlık noktası esas alınmalıdır” diyordu. Hadislerden mülhem o esası kendime ölçü kabul ettim. Dindar olmasından başka, aynı zamanda Nur Talebesi olması şartını da ben aradım. Çünkü vakıf tarzında bir Nur Talebeliği hizmeti için, insanın eşinin sadece dindar olması yeterli değildi. Bu hizmeti bilmesi için onun da Nur Talebesi olması ilk şarttı. Güzellik ve zenginlik benim aradığım şartlardan değildi.

 Ayrıca karşılıklı görüşmeden ve konuşmadan evlenmek istemedim. O zaman bizde o gelenek pek yoktu. Ben o geleneği bozdum. Hatta eşim, “Duyarlarsa çok ayıp olur” diye çok rahatsız oldu. “Ben görüşmek istemiyorum” dedi. Ben de, “Paşa gönlü bilir. Görüşmeden, konuşmadan yapamam” dedim.

Sonra şartlarımı kendisine söyledim: “Ben fazla evde kalamam. Ben hizmet adamıyım. Dolayısıyla hizmet yapmaya çalışırım. Anadolu’ya fazla giderim. Gecem, gündüzüm belli olmaz. Karakol, hapishane, vesaire olur. Bunları göze alabileceksen ‘Olur!’ de” dedim.

Velhasıl tüzüğüm biraz ağırdı. “Sen bir iki gün düşün. Kimsenin tesiri altında kalma” diyerek şartlarımı anlattım. O da düşünmüş, “Olur” cevabı geldi. Kısmetmiş evlendik.

Bazı insanlar fiilen, mizacım ve hizmet durumum itibarıyla bu evliliğin yürümeyeceğini bekliyorlardı. “Bu evlilik kolay yürümez. Bu zaten asabi bir adamdır. Bu adamla geçim zor olur” diyerek hanımı korkutmuşlardı. Caydırmak için çok uğraşmışlardı. O ise kendi cesaret-i medeniyesi ile dayanmıştı.

Evliliğim, sadece üzerimde değil, cemaat olarak da bir dönüm noktası oldu. Sonra Bayram Ağabey dahil, Türkiye genelinde, üç beş kişi hariç ne kadar vakıf varsa hepsi evlendiler. 

Bence belirli bir yere kadar vakıflık müessesesi lâzımdı. Onun için bu hizmeti yapacak insanların hayatını ona vakfetmeleri ve evli olmamaları gerekiyordu.

Ama bugün, Türkiye şartları içinde artık o günkü şartlar kadar ihtiyaç kalmadı. Bu bakımdan değişmesi mutlaka lâzımdı. Ve yumuşak bir geçiş ile o mesele değiştirilmeliydi. İsteyene bekâr kalma kapısı kapatılmadı, ama evlenmek isteyene de kapı açıldı.

Bunda hem o hadisenin, hem de benim payım büyüktür.

Çünkü böyle işler biraz risklidir. Ben bunu göze aldım. Paratoner gibi şimşekleri üzerime çektim. Bazı insanlar tarafından çok şiddetli tenkitler oluyordu. Fakat azıcık deli dolu olduğumdan kimse yüzüme karşı bir şey söyleyemiyordu. Yaptığıma da karışamıyorlardı. Bununla birlikte o mesele de rayına oturmuş oldu.

Sonuçta bu evlilik meselesi belirli mihrakların düşünceleri istikametinde seyretmedi. Hem vakıf gibi hizmet edebilme imkânı genişlemiş oldu, hem de Nurculuk, bu evlilikler yoluyla, toplum içinde daha fazla yaygınlaşma imkânı buldu.

Çünkü ailevî ilişkiler, toplumsal açıdan daha yaygın ve geniş bir hareket alanı meydana getirdi.

Oysa bu proje bence bir taşla iki kuş vurma hesabına dayandırılmıştı. Bir taraftan dedikodu ve iftiralar ile toplumun, bu harekete karşı duyduğu saygı ve güven, nefret ve güvensizliğe çevrilecekti. Diğer taraftan da, bu dedikodu ve iftiralardan kurtulmak için başvurulacak evlilik müessesi ile Nur Talebeleri dünyevî meşguliyetler içine çekilip Nurculuğun yaygınlaşması engellenecek ve sulanması sağlanacaktı.

Oysa gelinen duruma bakılınca, kazanan tarafın Nurculuk tarafı olduğu açıkça görülmektedir. Yaşadıklarımıza ve plânlananlara göre ise durumun tamamen tersi olması gerekirdi. Cenâb-ı Hakk’ın bu Kur’ân, iman ve İslâm hizmetini her türlü tuzaktan, hizmetin kudsiyeti hürmetine hep koruduğunu yaşayarak gördüm.

Fotoğraf: Yeni Asya - Arşiv

Etiketler: mehmet kutlular
Okunma Sayısı: 4231
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Recep Günay

    7.9.2018 17:11:53

    Demirci Hoca, nın Hz. Mûsa’nın (as) kıssası günümüzde hala geçerlidir.

  • Ugur

    7.9.2018 04:34:35

    Allah razı olsun abi.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı