Prof. Dr. Şevki Adem, İslâm’ın adalet, şûra ve şeffaflık anlayışının demokrasiyle çatışmadığını, esas meselenin bu değerlerin hayata geçirilmemesinde olduğunu vurguladı.
Fatih Batur - Furkan Kösmene - Ankara
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir icra edilen “Devlet ve Demokrasi” ana temalı seminerler kapsamında Enstitünün geçtiğimiz haftalardaki misafiri Çankırı Karatekin Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Şevki Adem idi.
Adem, Yeni Asya Vakfı Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde “İnsan Hakları ve Demokratik Sistemler” başlıklı bir seminer verdi.
Endişe verici bir tablo
Seminerde Adem, demokrasinin, binlerce yıllık geçmişiyle insanlığın en çok tartıştığı ve üzerine en çok emek verdiği yönetim biçimlerinden biri olduğuna dikkat çekerek, “Halkın yönetime katılması, hakların güvence altına alınması ve hürriyetlerin korunması gibi temel değerleriyle büyük takdir toplasa da dünya genelinde hâlâ yeterince kök salabilmiş değil. Bugün bile milyarlarca insan, demokratik haklardan yoksun şekilde otoriter rejimlerin gölgesinde yaşamaya devam ediyor. Dünyada demokrasinin geleceği ciddi bir sınavdan geçiyor. 2024 yılı verilerine göre, dünya nüfusunun yalnızca %7,8’i “tam demokrasi” ile yönetilen ülkelerde yaşıyor. Geri kalan kesim ise kusurlu demokrasiler, melez rejimler ya da otoriter sistemler altında hayatını sürdürüyor. Bu durum, sadece siyasî temsil değil, bireysel hak ve hürriyetler açısından da endişe verici bir tabloyu ortaya koyuyor” dedi.
Demokrasinin tarihî temelleri
Demokrasinin tarihçesini anlatan Adem, “M.Ö. 5-4. yüzyılda Atina’da doğan demokrasi fikri, aristokratik yönetimlere karşı halkın adalet, eşitlik ve katılım talepleriyle şekillendi. Aristokratların çıkarlarına göre şekillenen sözlü kuralların halkı ezmesine karşılık, yazılı yasalar ve katılımcı yönetim talepleri yükseldi. Ayrıca, demokrasinin doğuşunda, ticaretle güçlenen orta sınıfın, aristokratlara karşı hak talep ederek halk egemenliğinin kapısını aralaması en önemli toplumsal dinamiklerden birisi oldu. Ancak ironik biçimde, bu ilk demokrasilerde halk dediğimiz kesim nüfusun yalnızca %10–15’ini oluşturuyordu, kalanlar köle ya da esir idi ve kamu görevlerinde demokrasi gereği denilerek köleler çalıştırılıyordu” ifadelerini kullandı.
İfade hürriyeti tehlikede
“Demokrasi tarihi olarak ilerledikçe, insan hakları kavramı da bu sistemin ayrılmaz bir parçası hâline geldi” diyen Adem sözlerine şu şekilde devam etti: “Yaşama hakkı, ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel haklar; demokratik sistemlerde hem hukuken güvence altına alındı, hem de bu hakların korunması için kurumlar ortaya çıktı. Ancak günümüzde bu temel haklar bile yeniden tartışmaya açılmış durumda. Freedom House’un 2024 raporuna göre, dünya genelinde hürriyetler üst üste 18 yıldır geriliyor. Otoriter rejimlerin yükselişi kadar, demokrasinin yerleşik olduğu ülkelerde bile ifade hürriyeti gibi temel hakların kısıtlanması, bu gerilemenin sadece siyasî krizlerle açıklanamayacağını gösteriyor. Dezenformasyonla mücadele adı altında getirilen sansürler, muhalif seslere yönelik baskılar ve medyanın tekelleşmesi birçok ülkede dikkat çekiyor.”
Türkiye ‘kısmen hür’ kategorisinde
Türkiye açısından da tablonun benzer şekilde olduğunu belirten Adem, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, yargı bağımsızlığının zedelenmesi, gazetecilere ve sivil toplum aktivistlerine yönelik baskılar; ifade hürriyetinin sınırlandığına dair endişeleri artırıyor. 2024 itibarıyla Türkiye, Freedom House tarafından hazırlanan listede “kısmen hür” kategorisinde yer alıyor. Bu da, ülkenin demokratik standartlar bakımından Avrupa ortalamasının oldukça gerisinde olduğunu gösteriyor” dedi.
Demokrasi, temel değerlerle korunur
Adem, demokrasinin, yalnızca seçimlerden ibaret olmadığını; hukukun üstünlüğünden ifade hürriyetine, şeffaflıktan bilinçli vatandaşlığa kadar bir dizi temel parametreyle ayakta duran bütüncül bir sistem olduğunu söyleyerek “Bu yapı, ancak tüm unsurların birlikte ve dengeli biçimde işlemesiyle güçlü kalabilir. Herhangi bir kurumun aşırı baskın hale gelmesi ya da bir temel değerin zayıflaması, demokratik dengeyi bozar ve sistemi içten içe çürütür. Bu yüzden demokrasiyi korumak, sadece oy kullanmakla değil; bu temel değerleri sürekli beslemek, geliştirmek ve sahiplenmekle mümkündür” şeklinde konuştu.
“Seçilmiş otoriterlik” bir tehdit
Geçmişte demokrasileri tehdit eden unsurların askerî darbeler, dış müdahaleler veya açık diktatörlükler olduğunu belirten Adem, “Günümüzde bu tehdit, seçimle iş başına gelen ancak gücünü denetimsizce kullanan güçlü siyasî liderler üzerinden ortaya çıkabiliyor. Seçimle başa gelen liderlerin; medya kontrolü, anayasa değişiklikleri ve muhalefeti baskılama yoluyla otoriterleşmesi, günümüz demokrasilerinin karşılaştığı en büyük tehlikelerden biri olarak öne çıkıyor. Uzmanlar buna “seçilmiş otoriterlik” adını veriyor. Yani demokratik araçlarla seçilen liderler, bu sistemin açıklarını kullanarak otoriter rejimler inşa edebiliyor” dedi.
İslâm tarihi demokratik değerlerle örtüşür
“Sonuç olarak, demokrasi bir sistem değil, bir ekosistemdir” ifadelerini kullanan Adem, şunları söyledi: “Hukukun üstünlüğü, ifade hürriyeti, bağımsız yargı ve bireysel haklar bu sistemin hayatî damarlarıdır. Bu alanlarda yaşanan her gerileme, demokrasiyi sadece zayıflatmaz; aynı zamanda insan haklarını da hedef alır. Bu sebeple hem halkın, hem de kurumların demokratik değerlere aktif biçimde sahip çıkması, geleceğimiz için bir tercih değil, zorunluluktur. Her ne kadar günümüz İslâm dünyasında demokrasi kültürü yeterince gelişmemiş olsa da, bu durum İslâm’ın demokratik değerlere karşı olduğu anlamına gelmez. Aksine, İslâm tarihi, yöneticilerin halkla eşit konumda hesap verebilir olduğu, adaletin üstün tutulduğu örneklerle doludur.”
İslâm’da adalet ve şûra esas, eksiklik tatbikatta
İslâm’ın demokratik değerlere karşı olmadığını örneklerle anlatan Adem, “Hz. Ömer’in bir Yahudi ile arazi anlaşmazlığı sebebiyle kadı huzurunda yargılanması ve delil yetersizliğinden aleyhine hüküm verilmesini kabul etmesi, yöneticilerin bile hukuka tâbi olduğu bir adalet anlayışını ortaya koyar. Benzer şekilde, Hz. Ali’nin bir zırh davasında kadı karşısında tarafsız şahit sunamadığı için kaybetmesi, hukuk önünde herkesin eşit olduğunu göstermektedir. Selâhaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethettikten sonra gayrimüslimlere tanıdığı can ve mal güvenliği ise, İslâm’ın çoğulculuk, inanç hürriyeti ve adalet ilkeleriyle ne kadar örtüştüğünün tarihî bir delilidir. Bütün bu örnekler, İslâm’ın; şûra, adalet, ehliyet ve hesap verebilirlik gibi demokratik değerlere yer verdiğini gösterirken, asıl problemin bu değerlerin çağdaş Müslüman toplumlarda yeterince içselleştirilememiş olmasında yattığını ortaya koyar. Bunlar, demokrasinin sadece Batı kökenli bir sistem olmadığını, evrensel ahlâkî ilkelerle birleştiğinde güçlendiğini yani insanlığın ortak ürünü olduğunu ortaya koyuyor” dedi.