Suat’ın, henüz erken denebilecek bir yaşta babası vefat etmişti. Bu durum onun okul hayatını da etkilemişti. Artık ders çalışma diye bir amacı kalmamıştı.
Böylece okul dışı şıklar onu bekliyordu. Kimle karşılaşsa, ona bir şeyler söylüyordu. Amcaları, dayıları hep onunla karşılaştıklarında ‘bir baltaya sap olmak’ diye bir kavramı gündeme getiriyorlardı. Bu da Suat’ı pek rahatsız ediyordu. Artık kimse ile görüşmek istemiyordu. Kendi içine kapanmıştı.
Günler böylece gelip geçiyordu. Suat, liseyi bitirdiğinde, artık geç de olsa bir meslek sahibi olmak gerektiğine inanıyordu. Ama bu noktadan da epeyce uzaklaşmıştı. Hiç değilse okul şıkkını kapatıp, askere gidinceye kadar bir yerlerde çalışmak ve para kazanmak istiyordu.
Annesi de zaman zaman bu konuyu gündeme getiriyor ve bir yerlerde çalışması gerektiğini ifade ediyordu.
Suat’ın babasının arkadaşı olan Hüseyin amca, Suat’la yakından ilgileniyordu. Ne zaman Suat’la karşılaşsa, ona çok sıcak davranıyor ve bir ihtiyacının olup olmadığını soruyor ve Suat’a kabul ettirmek zor da olsa cebine küçük çaplı harçlık koyuyordu. Suat bu hareketi ilk yaşadığında çok zoruna gitmişti. Ama Hüseyin amca, bunu ona izah etmiş; babası ile hayatta iken sözleştiklerini, kim erken ölürse, hayatta kalan, vefat edenin çocukları ile ilgilenecekti. Babası ile aralarındaki bu samimî sözleşmeyi Suat’la paylaşan Hüseyin Amcanın bu davranışı, Suat’ta babasının güvendiği bir arkadaşı hissini uyandırmıştı. Zaten Suat, ne zaman Hüseyin Amca ile karşılaşsa, onda bir sıcaklık hissediyor, babasından kalan bir hatıra gibi ona bakıyordu.
Hüseyin Amca, Suat’ın geleceği ile ilgili de düşünüyordu. Hatta Suat’ın hiç haberi yokken, o Suat adına pek çok yerle görüşmeler yapıyordu. Ama bir türlü sonuç da alınmıyordu. Tabiî Hüseyin Amca da Suat’ın rastgele bir yerde çalışmasını istemiyordu. Adeta Hüseyin Amcanın bir gözü Suat’ın üzerinde idi. Bu durum tam bir baba şefkati idi.
Sonunda Hüseyin Amcanın bir arkadaşından bir iş haberi gelmişti. Burası bir kimyasal atölye idi. Dikkat edilmezse buradaki çalışma ortamı kişi için sağlıklı değildi. Onun için Hüseyin Amca, bu işe pek de sevinememişti.
Tabiî Suat, hiçbir iş imkânının olmadığı bir dönemde gelen bu teklifi kabul etti. Hüseyin Amca ile birlikte gittiler. İş ortamına baktılar. Burası Batman’da bir petrol rafinerisi ile birlikte çalışan bir atölye idi. Tabiî ortamda değişik kimyasal kokulardan geçilmiyordu. Bir ara Hüseyin Amca Suat’a, ‘Burasını benim gözüm pek tutmadı Suat. Çok koku var. Bu insanı bir müddet sonra etkiler.’ dedi.
Suat kendisinin bu işe ihtiyacı olduğunu ifade etti ve iş yeri patronu ile anlaşmayı yaparak, işe başladı.
Günler gelip geçiyordu. Suat’ın buradaki patronu da Hüseyin Amca gibi aynı yaşlarda idi. Çok da sıcakkanlı bir insandı. Zaman zaman Suat’la konuşur, ona, ‘Keşke okuyup bir doktor olsaydın.’ derdi.
Suat da, patronu Ebu Bekir Amcaya, ‘Doktorluğu kazanmak nere ustam, Suat’ın hayatı nere?’ derdi.
Ama Suat patronunun ifadelerine karşı içinde hep bir etki hissederdi. Patronunun cümlelerinin yüreğinden gelip, ifadeleştiğini düşünürdü. Onun için de onun bu tür sözlerini tam bir baba nasihatı olarak değerlendirirdi.
Derken aradan yıllar geçmişti. Neredeyse buradaki işlerde bilmediği bir konu yoktu Suat’ın. Ama burası pek çok konuda risk taşıyan bir işti. Nitekim bu risklerden birisi de Suat’ı içine almış ve Suat bir madde bağımlısı olmuştu.
Suat, lise sonrasında böyle bir etkilenmeye düşeceğini başlangıçta hiç düşünmemişti. Bu durumu kimseye söyleyemiyordu. Ama patronu Ebu Bekir Amca, çok tecrübeli bir işverendi. Halden anlayan birisi idi. Suat’ı da çok seviyordu. Ona bir evlâdı gözüyle bakıyordu. Babası da olmayınca onun üzerinde daha bir titizdi. Son zamanlarda Suat’ı bürosuna çağırıyor ve ona bu iş yerinde dikkatli olmasını öğütlüyordu. Çünkü Suat’ın günlük hayatında bir takım değişiklikler vardı. Bedeninde de gün geçtikçe bir zayıflama görülüyordu. Sonunda patronu Suat’ın haberi olmadan kendi arkadaşı Hüseyin Amcaya haber verip, Suat’ın bir doktora götürülmesini sağladı.
Tabiî çıkan sonuç ne acı ki, Suat’ın madde bağımlısı olduğunu tescil ediyordu. Böylece tedavi süreci de başlatılmış oluyordu.
Günlerden bir gün yine aynı iş temposu içerisindeyken, Suat, içinde iyi şeyler hissetmediğini; moralinin, sebebini bilmediği bir şekilde bozuk olduğunu, biraz gezmek istediğini ifade etti patronu Ebu Bekir Amcaya.
Patron da zaten zaman zaman Suat’a özel izinler veriyor ve hatta özel ikramiyeler katıyordu cebine. Suat bu konuda serbestti.
Suat, izin alınca iş yerinden ayrıldı. Hatta iki gün izinli idi. Çarşıya doğru ilerlerken, içinden hep patronu ve Hüseyin Amca ile ilgili sıcak duygular geçirdi. Suat, onları gerçekten çok seviyordu. Onun için onların bir dediğini iki etmemeye özen gösteriyordu. Nitekim tedavi süreci de onun için olumlu gelişiyordu.
İzinli olduğu günün akşamında Suat’ın telefonu çaldı. Bu normal şartlarda olmaması gereken bir durumdu. Arayan, iş yerinden arkadaşı Sinan idi. Sinan, hemen, çok acil iş yerine gelmesini söylüyordu.
Suat’ın içine bir sızı düşmüştü. Bir şeyler vardı bilmediği. Adımlarını nasıl attığından haberi yoktu. Hatta birkaç kez düştüğünü hatırladı. Kendinden geçmişçesine bir koşu içerisinde idi. Yolda kimseyi görmüyor, sürekli koşuyordu.
Sonunda arkadaşını arayıp durumu sormak hatırına geldi. Sinan’a, ne olduğunu sordu. Sinan konuşamıyordu. Sinan ağlıyordu. Sinan ağlamaktan, hıçkırıktan konuşamıyordu. Ağzından sadece bir cümle dökülebildi; ‘Suat çabuk gel, patron kimyasal kazana düştü.’
Suat, cümleyi anladığı anda, orada yığılıp kaldı. Suat, kimyasal kazana düşmenin bir insanın ardından sadece bir renkli duman çıkacağını ve geriye hiçbir şey kalmayacağını biliyordu.
Bağıra, bağıra Suat, ‘Olamaz, olamaz!’ diyordu. Çevresine toplanan insanlara durumunu anlatan bir cümle bile kuramıyordu. Sonunda bir cümle ile iş yerinin adını söyleyebildi ve onu hemen bir araca aldılar ve iş yerinin yolunu tuttular.
Suat, iş yerine yakınlaştıkça, ağlamaktan kendinden geçiyordu. Araçtaki kişiler onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ama bu mümkün değildi.
Suat, iş yerine geldiğinde, çalışanlar tarafından çok sevilen Ebu Bekir patron için çoktan yas başlamıştı bile. Çalışanlar birbirlerine sarılıp ağlaşıyorlardı. Hayat, iş yerinde tamamen durmuştu. Herkesin babası vefat etmiş gibi çığlıklar, hıçkırıklar yükseliyordu sağdan soldan.
Ebu Bekir patronu en iyi tanıyan ve onun ilk elemanlarından olan yaşlı Orhan Amcaya burada çalışanları sakinleştirmek düşmüştü.
Orhan Amca, ‘Kardeşler, Ebu Bekir Babayı bilirsiniz. Lütfen onun peşinden, onun üzüleceği davranışları yapmayalım. Evet, dayanmak zor, ama bunu Ebu Bekir Baba için yapmalıyız. O çok sevdiği Rabbine kavuştu. Şimdi bizim onun için yapacağımız görevlerimiz var. Onun ruhunu şâd etmeliyiz. O, sağlığında kimden ne istemişse; kime, ne nasihat etmişse şimdi bize düşen onu yerine getirmektir.’ dedi.
Bu kaza çok ender görülen bir kaza idi. O da, patronun başına gelmişti.
Orhan babanın cümleleri, Suat’ın dünyasına adeta kazınmıştı. Suat’ın yüzü bir anafor gibi karıştı. En son odasına çağırdığındaki patronun cümleleri kulağında çınladı. Ebu Bekir patron, Suat’ı bir doktor olarak görmek istiyordu. Zaten başından beri nasihati de o idi.
Ve tam da o anda Suat’ın dünyasında bir şeyler oldu. Suat, patronunun nasihatlerini bir bir duydu içinde. Suat, o anda kendi içinde bir karar verdi. Orhan Babanın da dediği gibi, ‘Benim Ebu Bekir patron için yapabileceğim tek şey, onun bana olan nasihatini tutmalıyım ve tıp okumalıyım.’ dedi mırıldanarak. Ve güçlü bir ses olarak, ‘Ben doktor olacağım.’ dedi.
Derken Suat’ın dünyası daha o günden itibaren değişime başlamıştı bile. Aynen Ebu Bekir patronun öngördüğü ve nasihat ettiği gibi gelişiyordu her şey. Suat, çoktan dershaneye başlamış, bitirmiş ve tıp fakültesinde okuyordu bile.
Zaten bu hikâye de, üniversite hocasının kendisine verdiği bir ödevle gündeme gelmişti. Hoca, ‘Size tıp fakültesini kazandıran etkenleri bizimle paylaşır mısınız?’ sorusunun cevabı olarak kendini kürsüde bulmuştu Suat. Neden bu konuya girdiğini ve nasıl bitireceğini de bilmiyordu. Derken, konu anlatıldıkça, duygularına hâkim olamadı ve gözyaşlarına yenik düştü. O, ağlarken neredeyse sınıfın büyük çoğunluğu da gözyaşlarına boğulmuştu. Nasıl bir şey ortaya çıkacağını bilmeyen hoca da, çoktan sınıfın ortak duygusuna kapılmış ve o da gözyaşları içerisinde idi.
Suat, sınıf içi hazırlıksız konuşma hakkını böylece tamamlamıştı. Tıp fakültesini kazanma öyküsü çok farklı idi Suat’ın. ‘Ustam, ruhun şad olsun, nasihatin hayatım boyunca kulağımda küpe olacak.’ dedi ve ‘Beni tıp fakültesine Ustam getirdi, en büyük ustalığını yine gösterdi.’ diyerek, dış kapıya yönelip, ağlayarak sınıfı terk etti.
Sonunda öğretmen kürsüye geçti ve ‘Arkadaşlar, görüyorsunuz her öğrenci bir hikâye taşıyor. Okul, okunabilse öykülerle dolu.’ dedi ve dersi bitirdi.
SEBAHATTİN YAŞAR
syasar33@yahoo.com