"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemaatlerin gündemi makam, mevki ve kadrolaşma olmamalı - 1

07 Şubat 2020, Cuma 00:14
DİNÎ CEMAATLERİN HER FAALİYETİNDE ALLAH’IN RIZASI ESAS OLMALIDIR. MAKAM, MEVKİ, KADROLAŞMA, BİR YERLERE GELME AMACI, ALLAH’IN RIZASINI ELDE ETMEKTEN UZAKLAŞTIRDIĞI GİBİ, DÜNYEVÎ REKABETİN DE ARTMASINA SEBEBİYET VERİR.

Ülkemizde meydana gelen olumsuz gelişmeler üzerine, çoğu zaman, özeleştiri yapmak ve nerede yanlış yapıldığını sorgulamak yerine, suçlu hep başka tarafta aranmaktadır. Dolayısıyla asıl müsebbipler sorumluluğu kabul etmedikleri için olumsuz gelişmelerden ders alınmaz. Bir süre sonra benzer bir olay tekerrür eder. İşte cemaat/lerin bu bağlamda ele alınması kaçınılmaz bir durum arz etmektedir.

Son yıllarda yaşanan gelişmelerin de etkisiyle cemaat ve cemaatler ciddî şekilde tartışma konusu oldu; olmaya devam edecek. Toplumun bazı kesimlerinde ortaya çıkan birtakım huzursuzluklar ve problemler üzerinde durulup objektif bir şekilde tahlil yapılmadığı sürece, aynı veya benzer hataya düşmek pekâlâ mümkündür. Genelde suçlu başka yerde arandığı için dâhilde suçlu aranmamakta, özeleştiriye bir türlü sıra gelmemektedir. Cemaatlerle ilgili belki de tarihimizde en yoğun şekilde eleştiri ve tartışmaların yaşandığı günümüzde sözü edilen tehlike bütün varlığı ile mevcudiyetini devam ettirmektedir. Cemaatlere karşı olanların eleştirilerini göz ardı etmek, bütün eleştirilerde art niyet aramak, “acaba bizim de hatamız yok mu?” sorusunu sormamak, yaranın iyileşmesine değil iltihaplanmasına ve daha da yayılmasına sebep olacaktır.

Özellikle son yıllarda meydana gelen olumsuzluklardan hareketle, fırsatı ganimete çevirme, bütün cemaatleri hedef tahtasına oturtma, bunların gereksiz olduğunu iddia etme, yaptıkları müsbet şeyleri görmezden gelme, insaf ölçüleriyle bağdaşmayan eleştirilerde bulunma tavrı kabul edilebilir bir durum değildir.

Bir kısım yanlış gelişme ve oluşumlara rağmen cemaatlerin varlığı göz ardı edilemez, yok sayılamaz. Bütün sıkıntılara rağmen bunların sivil toplum oluşumları oldukları inkâr edilemez. Kaldı ki, meydana gelen ve istenmeyen rahatsızlıklara yol açan olayların müsebbipleri cemaatin çok azını oluşturan özellikle bir kısım suiistimalcilerdir. Sebep ne olursa olsun, herhangi bir cemaatten kaynaklanan yanlışlardan dolayı tamamını suçlamak, töhmet altında bırakmak ne insanlıkla ne hakkaniyetle bağdaşmaz. Ülkemizde yaşanan çok üzücü olaylarında etkisiyle cemaatlerin iki önemli vazifeyi ihmal etmemeleri gerektiği ortaya çıkmıştır: Birincisi; dışardan yapılan eleştiriler haksız, dayanaksız, art niyetli, yapıcı olmaktan uzak olabilir ve olanları vardır. Buna rağmen, eleştirilerde haklılık payının da olabileceğini hiçbir zaman göz ardı etmemek; İkincisi, yaşanan her musîbetten sonra, ister kendileri isterse başkaları ile ilgili olsun, özeleştiri yapmak ve düzeltici faaliyetleri ihmal etmemek gerekir.

Cemaatlere Gerçekten İhtiyaç Var mıdır?

Hemen belirtelim ki vardır ve gereklidir. Bireysel olarak karşı olunabilir, uzak durulabilir, hatta varlıklarına normal insanî ölçüler dâhilinde karşı çıkılabilir. Ancak onların, yaşanılan bütün suiistimal ve yanlışlara rağmen, sivil toplum kuruluşları oldukları inkâr edilemez. Gerçek sivil toplum kuruluşu olup olmadıkları da tartışılabilir veya reddedilebilir. Ancak herkes tarafından bilinmektedir ki, ülkemizde adı sivil toplum kuruluşu olup hiçbir şekilde bu durumda olmayan, meselâ geçmişte halktan ziyade darbe ve darbecilerin yanında yer alan oluşumlar olmuştur. Burada “Cemaatlere ihtiyaç vardır ve gereklidir” diyenlerin penceresinden bakarak faydaları ve tabiî ki bu arada bazı sıkıntıları da ele almaya çalışacağız.

Sosyal bir varlık olan insan yalnız yaşamadığına göre mutlaka; birileriyle hareket etme, ortaklık kurma, siyasî veya sosyal teşekkül oluşturma vs. oluşumların içine girme ihtiyacı hissedecek ve etmiştir. Neticesinde sivil veya farklı birçok toplumsal birliktelikler meydana gelmiştir. Bu birlikteliklerden birisi de cemaattir. Cemaat; topluluk, grup anlamlarına da geldiğine göre; aslında amaçları muhtelif birçok birliktelik de aynı zamanda birer cemaattir. Ülkemizde cemaat denilince esas olarak dinî guruplar akla geldiği için bu çerçevede konuyu daraltıp ele almakta yarar vardır. Bilindiği gibi insanoğlu canlılar içinde kendi ihtiyaçlarını karşılamada aciz kalmada başta gelir. Aynı zamanda ihtiyaçları, arzu ve istekleri, hedefleri de en fazla olanıdır. Dolayısıyla diğer canlılardan farklı olarak en fazla başkasının yardımına ihtiyaç duyan da kendisidir. Hal böyle olunca destek bulma, herhangi bir faaliyeti gerçekleştirmek için yardım alma, amaçlarını gerçekleştirmede mutlak manada başkasının desteğini alma kaçınılmaz bir sonuç olmuştur.

Cemaatlerin gerekliliğine ve önemine vurgu yapmak için ahir zamanda geleceği haber verilen “Mehdi” konusu ile bağlantılı olarak soruya cevap veren Bediüzzaman Said Nursî ilginç tesbitlerde bulunmuştur. Genellikle ahir zamanla ilgili olarak aktarılan hadisler ve rivayetler yüzeysel olarak değerlendirilmiş ve bunların bir kısmındaki ifadelerin benzetme olabileceği göz ardı edilmiş veya akla getirilmemiştir. Mehdi, Deccal, Süfyan konuları da bu çerçevede ele alınmıştır. Dolayısıyla ümmetin bu konudaki bakışı, söz konusu şahısların çok büyük (?) etkileri üzerine yoğunlaşmıştır. İşte soru datam bu eksendedir: Şahıslar tek başlarına dâhi de olsalar günümüzde her şeye yetemiyorlar. Fitne almış başını gidiyor. Toplumu yozlaştıran, amacından, dininden-diyanetinden saptıranlar tek başına hareket etmiyorlar ve belli toplulukların başına geçerek bu işi gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Peki, o zaman “Mehdi” tek başına nasıl mücadele edecek? Karşısındaki büyük güce karşı kendisinin de belli bir grubun, topluluğun başına geçmesi gerekmeyecek mi? Eğer “Mehdi” harikulâde şeyler yapar ve gösterirse bu “imtihan sırrına” ve “Allah’ın kâinata yerleştirmiş olduğu kanunlara” aykırı olmayacak mı? Yani insanların iradesi elinden alınmış olmaz mı? (Nursî, Mektubat s. 425)

Tarih boyunca insanlık; cemaatlerin, toplulukların, vakıfların aracılığıyla ihtiyacı olanların yardımına koştuğuna şahit olmuştur. Tek başına bir camiyi inşa ettirebilecek, bütün masraflarını deruhte edecek olanların sayısı çokçok azdır ve çok az kişi bu kadar meblâğı öder/ödeyebilir. Ama çok cüz’î bağışların bir araya gelmesiyle sayısız kurumlar ve hizmetler vücuda getirilmiştir. Maddî durumu yeterli olmayan, yardıma muhtaç ama zeki ve başarılı öğrencilerin bütün ihtiyaçlarını karşılamaya her insan yanaşmayabilir. Ama birkaç kişi bir araya gelerek bir insanı okutabilirler. Her insan dört dörtlük bir vakıf kurumunu vücuda getirip idame ettiremeyebilir. Bir topluluk bu işi çok kolay yapabilir. Buna benzer örnekleri arttırmak mümkündür. Dolayısıyla faydalı ve daimî işler için her zaman insanların bir araya gelmesine ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaç cemaatlerin vücuda gelmesinde etkili olmuştur.

Cemaatten Beklenen/ Beklenmeyen Temel Hususlar

Tartışmaya konu olan ve çok yoğun eleştirilere hedef olan cemaat veya cemaatler dinî mahiyetli olanlar olduğuna göre konuya da bu çerçevede bakmak gerekir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, eleştiriye maruz kalan kişi veya cemaat, savunmaya başkalarının tenkisi ve kusuru ile cevap veremez, vermemelidir. Verirse bu durum asla İslâmî olmaz, insanî zaafların bir neticesi olur. Çünkü -carsa- yanlış asla savunma için örnek teşkil etmez. Yanlış her zaman yanlıştır.

Burada şunu da kesinlikle ifade etmek gerekir ki; burada yapılan eleştirilerin hiçbirinin hedefinde cemaat ve grupların tamamı yoktur ve olamaz. Suçun şahsiliği her halükârda geçerlidir. Ancak ferdî anlayış (olumsuz anlamda)cemaatin çoğunluğunda görüldüğü zaman sıkıntı da o oranda büyür.

Dinî cemaatlerin her faaliyetinde Allah’ın rızası esas olmalıdır. Makam, mevki, kadrolaşma, bir yerlere gelme amacı, Allah’ın rızasını elde etmekten uzaklaştırdığı gibi, dünyevî rekabetin de artmasına sebebiyet verir. Bırakın dinî olmayan guruplarla çekişmeyi, dinî guruplar arasında bile çok ciddî rekabet ve mücadelelere zemin hazırlar. Zaten cemaatin dışında olanlar da bir süre sonra bu durumu sezer ve ona göre bir pozisyon alırlar. Eğer kişinin cemaate yaklaşım ve bulunma amacı dinî-uhrevî ise uzaklaşır. Yok, eğer dünyevî ise amacına ulaşıncaya kadar cemaatin nimetlerinden faydalanmaya çalışır. Devran dönünce kendisi daha da hızlı döner.

Şunu hatırlatmakta büyük önem vardır: Dindar kişi ve guruplar uzun zamanlar horlanmış, dışlanmış, ikinci sınıf muamele görmüş, kariyerde ve kıdemde haksızlıklara uğramış, kadrolara alımlarda adaletsizliklerle karşılaşmıştır. Adeta yıllarca devlet kapısından uzak tutulmaya çalışılmışlardır. Bazı kesimler genelleme yaparak, “alnı secdeye değen” tabirini kullanarak namaz kılmayı bile adeta suç işleme fiilî olarak görmüşlerdir. Dindar insanlar uzun yıllar bundan mustarip olmuştur. Peki, dindar insanlar iktidarı ele aldıktan veya geçirdikten sonra ne yaptılar, yapmalılar? Bu durumun uygulamadaki sonucu çok büyük önem arz etmektedir.

Bakanlıkların, üniversitelerin vs. devletin muhtelif birimlerine eleman alınmış ve alınmaktadır. Komisyonları, jürileri oluşturan insanlar geçmişte yapılan ve yanlış-haksız olarak gördükleri uygulamaları tekrar mı ediyorlar, yoksa hakka-hukuka girmemek için itina mı gösteriyorlar? Bu soruya gönül rahatlığı ile olumlu cevap vermek mümkün mü? Sınavlarda, mülâkatlarda verilen cevap ve gösterilen başarıya göre âdil davranılıyor mu? Davranıldı mı?

Sonrası daha vahim bit hâle gelmektedir; dinî kimlik yeterli olmamaya başlamıştır. Söz konusu olan benim adamım mı değil mi tavrıdır. Liyakat ve hakkaniyet yerle bir olmuştur. Peki, bu durum İlâhî adalete sığar mı? İslâm Dini “Emaneti ehline ver” diye emrederken bu şekilde uygulama hem dünyamızı hem de ahiretimizi tahrip eder ve etmiştir. Bu menfi durumun neticesi ise toplumsal yozlaşmadır.

Eskiden kimliğin belli bir ağırlığı vardı. Solcu solcu gibi, sağcı sağcı gibi, dindar dindar gibi vs. zamanla bunların hiçbir değer ve geçerliliği kalmadı. Olaylar karşısında bukalemun gibi renkten renge giren insanlara dönüştük. İçki içenin yanında içici, dindarın yanında dindar, iktidarların boyasıyla boyanma ve her zaman gücün ve kuvvetlinin yanında yer alma, adaleti sadece mustarip olduğumuz zaman arayıp hatırlama, Cenab-ı Hakk’ın “asla kabul etmem, affetmem” dediği kul hakkını hiçbir şekilde hatırlamama… İşte belki de bütün bu yozlaşmalar hakkaniyete, adalete uygun hareket etmeme, işi ehline vermeme, işe göre adam bulma değil adama göre iş verme gibi neticeleri doğurmuştur.

— DEVAMI HAFTAYA—

Okunma Sayısı: 8236
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı