“Tarihi, kazananlar/galipler yazar” denir. Tamamen olmasa da doğruluk payı çok yüksek bir tesbittir. Bunu doğrulayan pek çok misâli dünya tarihinde ve kendi mazimizde bulmak mümkündür. Bir kısım mütegallibeler ise tarihi yazarken gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyecek tedbirlere başvurmayı da ihmal etmezler. Ama gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. O yüzden gerçekleri örtmeye yönelik teşebbüsler muvakkattır.
Evet, gerçek bir yolunu bulup ortaya çıkar ve yalanın idam fermanını imzalar.
Ne demiş Bediüzzaman:
“Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali.” (Sözler)
***
Gerçek tarihin ortaya çıkmasında belgelerin ve belge niteliği taşıyan anıların büyük önemi vardır.
Belgeler ve gerek sözlü, gerek yazılı hatıralar tarihin karanlıkta kalan köşelerini aydınlatırlar ve bizlerin geçmişte neler olup bittiğini doğru şekilde anlamamıza yardımcı olurlar.
Yıllar sonra ortaya çıkan yazılı belgeler ve hatıralar sayesinde yakın tarihimizle ilgili pek çok olayın aslında bizlere anlatıldığı gibi olmadığını artık biliyoruz.
Meselâ, Lozan Antlaşması. Bir zafer mi, yoksa bir hezimet mi?
Resmî tarihin söylediğine göre bir zaferdir, fakat gerçekte öyle olmadığına dair pek çok emare vardır. Gün geçtikçe de ortaya çıkmaktadır.
Risale-i Nur’da yer alan Lozan’la ilgili mektuplar hep dikkatimi çekmiştir. O mektuplarda Lozan bir zafer değil bir hezimet; “milletin dinini bitirme kararı”nın alındığı bir süreç olarak zikredilir. Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da yer verdiği bu mektuplar son derece önemli noktalara temas etmektedir. En az, Risalelerde izah edilen ahirzaman hadisatına dair yerler kadar ehemmiyetlidir kanaatimizce…
Şimdiye kadar Lozan üzerine söz söyleyen ya da hatıratı yayınlanan bazı kimseler oldu. Fakat resmî tarihi savunanlar onların bazı (şahsî) kusurlarını öne sürerek, iddia ettikleri hususları çürütmeye çalıştılar. Rıza Nur ve hatıratı bunlardan birisi idi.
Lozan Antlaşmasına ve o dönemde yaşananlara dair pek çok kişinin hatırası vardır. Meselâ Kâzım Karabekir… Kurtuluş Savaşı’ndan, hattâ daha öncesinden başlayarak, bütün hatıratını kaleme almıştır. Fakat İzmir Suikasti Bahanesiyle tevkif edilerek gözdağı verilmiş, pasifize edilmiştir. Ömrünün kalan kısmında hatıratını yazmış, ama yayınlanamamıştır. Hattâ imha edildiği bile söylenmektedir. Karabekir’in bir hatıratı olduğunu bizler yıllar sonra öğrenebiliyoruz. Aynı şey Lâtife Hanım için de geçerli… Onun da bir hatıratı olduğu söylenir, fakat henüz ortaya çıkmış değildir. Daha niceleri bu şekilde beklemektedir.
Özellikle o dönemde hadiseleri bizzat yaşayan ya da yakından şahitlik edenlerin hatıraları ortaya çıktıkça gerçekler bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaya başlayacaktır.
***
Ali Ulvi Kurucu’nun, Lozan Antlaşması ile alâkalı bir hatırasından bahsetmek istiyorum. Yıllar önce hacda Endonezya Başbakanı Muhammed Nazır ile görüşen Kurucu, yabancı güçlerin o dönemde Lozan ile ne yapmak istediklerini Muhammed Nazır’ın ağzından şöyle anlatır: “Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar, diğer Müslüman ülkelere hiç benzemez. Lozan Muahedesi (antlaşma) yaşamış bir memlekettir. Hiç unutmam, bundan 10-15 yıl kadar önce Endonezya Başbakanı Muhammed Nazır hacca gelmişti. Otelde ziyaret ettim. Bir ara Türkiye’den ne kadar hacı geldiğini sordu. Yüz elli bin diyorlar dedim. ‘Yüz elli bin demek ha’ deyip başladı ağlamaya. Şaşırmıştım. Sonra şu izahı yaptı: ‘Ben Lozan Antlaşmasını çok iyi tetkik etmiş biriyim. Lozan’da tek hedef, Türklerin Hıristiyanlaştırılması idi ve bağımsız bir devlet olmak istediklerini söyleyen Türk delegasyonuna açıkça ifade edilmişti. Biraz daha ileri gidilerek Hıristiyanlaştırmanın nasıl yapılacağı anlatılmıştı. Buna göre, dinî tedrisat okullardan kaldırılacak, harf inkılâbı yapılacak ve Rusya’dakine benzer bir laiklik getirilecekti. Tabiî bununla da kalınmayacak, cami sayısı azaltılarak, kilise yapımına başlanacaktı. Bizzat onların kaynaklarından yaptığım araştırmalarla öğrendim bunları… Şimdi Allah’ın işine bakın ki, bugün bu ülkeden 150 bin kişiye pasaport ve döviz veriliyor, buyurun hacca gidin deniliyor. Cami sayısı onbinlerce artarken, bir tek yeni kilise yapılmıyor. Ne büyük lütuftur bu. Oysa benim memleketim Endonezya’da, yardım adı altında ve Amerikan maarifleriyle tek Hıristiyan bulunmayan köyde bile kilise inşa edilmiştir. Demek, ecdadınız camilerinizin temelini öyle samimî, öyle halis atmışlar ki, yıkılmadıkları gibi yerine yenileri yapılıp duruyor.’”
Geçmişe dönüp baktığımızda Ali Ulvi Kurucu’nun anlattığı bu hatırada bahsedilenlerin teker teker uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Önce okullardan dinî dersleri kaldırdılar. Sonra medreseleri kapattılar. Ve daha sonra harf inkılâbını yaparak bir gecede milleti âdeta cahil bıraktılar, mazisinden kopardılar.
Demokratik değerler yükseldikçe, millete vurulan istibdat zincirleri kırıldıkça, büyük bir komplonun özeti mahiyetindeki bu hatıranın ifade ettiği gerçeği önümüzdeki günlerde göreceğiz inşaallah. Çünkü yalancının mumu yatsıya kadar yanar.