Museviliğin, Hıristiyanlığın ve İslâmiyet’in ortak mirası olma hüviyetini haiz Kudüs’ü gasp etmek ve birçok devletin toprağını içine alan “Arz-ı Mev’ud” idealini gerçekleştirmek; Yahudi lobilerinin ve Siyonist ağ yapılarının hedefidir.
Bu hedefin mehazı ise tahrif edilmiş Tevrat öğretilerinde saklı.
“Derin ABD” ve Yahudi lobileri bir kıyamet savaşı çıkarma peşinde.
İsrail’in “soykırım” ve “savaş suçu” sayılan eylemlerine rağmen ABD Başkanı Joe Biden’ın Netanyahu ile musafahası; ABD’nin “demokrasi, insan hakları ve özgürlük” noktasındaki beyanlarındaki muvazaayı gösterdi. Ama bu sefer dünya kamuoyu ABD’nin ikiyüzlülüğünü yakinen çözdü.
“Mesih’in gelişini hızlandırmak adına” her yolu ve metodu kendilerine meşru gören bir dessas yapıyla karşı karşıyayız.
18 Ekim günü Gazze’deki el-Ehlî Hastanesine yapılan saldırı ancak bir savaş suçu olarak izah edilebilir.
İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü saldırılarda onlarca cami, kilise, hastane ve tarihî eser zarar görmüş ve çoğu yıkılmıştır. Yine pazar günü itibariyle bu saldırılar sonucunda Gazze’deki toplam can kaybının, 1873’ü çocuk 1023’ü kadın olmak üzere 4 bin 651 olduğu ve yaralı sayısının ise 14 bin 245’e ulaştığı söyleniyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün (Roma Sözleşmesi) 5’inci maddesi uyarınca “insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, soykırım suçu ve saldırı suçu” Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kovuşturma yapabileceği suçlardır.
İşte İsrail, bugün savaş hukukuna aykırı eylemlerle bu suçların tamamını irtikap etmiştir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 8’inci maddesinin 2’inci fıkrasında savaş suçu olarak nitelenen eylemler şunlardır:
“…din, eğitim, sanat, bilim veya hayır amaçlarıyla kullanılan binalara, tarihî eserlere, hastaneler ile hasta ve yaralıların toplandığı yerlere bilerek saldırı düzenlemesi…”
Ancak garip bir durum var.
Roma Sözleşmesi’ne taraf olmadığı için İsrail’in, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması kolay değil. Bu ancak iki istisnai halde mümkün.
Birincisi; BM Güvenlik Konseyi bir savaş suçunun varlığına kanaat getirirse İsrail UCM’de yargılanabilecektir. Bunun için de BM Güvenlik Konseyinin 15 üyesinin 9’unun kabul oyu ve daimi üye durumundaki devletlerden birinin “veto” hakkını kullanmamış olması gerekir. Bilhassa ABD sebebiyle bu mümkün görülmüyor.
İkincisi; UCM savcısının re’sen ülkedeki sorumlu şahıslar hakkında harekete geçmesidir. UCM savcısı böyle bir adım atsa dahi konu nihai olarak BM Güvenlik Konseyi’ne havale edileceğinden veto riski sebebiyle bu yol da kapalı görünüyor.
Özetle ABD ile Avrupa Birliği hükümetlerinden destek görmüş İsrail’in UCM’de yargılanması esasında çok da mümkün görünmüyor.
Ancak iki güzel gelişme yaşandı.
Birincisi; Birleşmiş Milletler, İsrail hakkında “Filistin halkına karşı soykırım riski bulunuyor. Bu tür suçların hiçbir gerekçesi veya istisnası yoktur.” dedi.
İkincisi; Kahire Barış Zirvesi’ne katılan 35 ülke temsilcisi doğrudan veya dolaylı olarak “İsrail’in savaş suçu işlediği”ni ifade etti.
Asıl mesele de şu; kınamaların ve vakıa tespitlerinin dışında bugüne dek İsrail’e karşı kayda değer bir yaptırım uygulanmadı.
Çare, toplumu Müslüman olan devletlerin ittihad etmesinde ve vicdanlı toplumların ittifak etmesinde.
Yoksa İsrail’in yaptığı zulüm dünyada yanında kâr kalacaktır.
Adalet-i kübranın tecelli edeceği ahirette elbette katilleri cehennem bekliyor!