Teknolojinin ve yapay zekânın hızla dönüştürdüğü üretim düzeninde, insanlığın geleceğine dair radikal bir bakış açısı sunan bir yolculuğa hazır mısınız?
Gözünü ancak toprağın doyurabileceği insan, "Daha fazla üretebiliyorsam neden üretmeyeyim?" diye soruyor. Bu anlayış, dev bir reklamcılık sektörünün ortaya çıkmasına yol açtı. Sistemin ayakta durabilmesi için tüketim şarttı. Böylece kısır bir döngünün içine girdik.
Üretimde oluşan artış akıllara şu soruyu getirecektir: Çalışanların sekiz saatlik mesâinin ortalama üç saatini gerçekten verimli geçirdiğini gösteriyor. O hâlde neden insanlara sekiz saat mesâi yaptırılıyor?
"Sekiz saat mesâi yaptırınca üç saat çalışılıyorsa, üç saat mesâi yaptırsak kaç saat çalışırlar?" diye sorulabilir. Acaba insanlar az mı çalışıyor, yoksa bu kadar saat gerçekten gerekli mi? Üretim problemsiz bir şekilde devam ettiğine göre, mesâi saatlerinin fazla olduğu ortada. Belki de bu yüzden çalışanlar kendilerini bir 'dolgu malzemesi' olarak görüyor ve şirketle olan anlam bağını kaybediyor. Sonuçta, işyeri sadâkati diye bir kavram neredeyse kalmadı.
Eskiden insan, karnını doyurabilmek için gece gündüz çalışmak zorundaydı. Şimdiyse çok daha az çalışarak geçmişe kıyasla çok daha fazla üretim yapabiliyor (dağıtımdaki adaletsizlik ayrı bir konu.)
Çok yakın bir gelecekte, orijinal eserler üretenler dışında insan iş gücüne ihtiyacımız kalmayabilir. Eğer özgün eserler üretenlerin 80/20 kuralı gereği insanların en fazla %20'sini oluşturacağını düşünürsek, geriye kalan %80 ne olacak? "Çalışmayana ne olursa olsun, kimin umurunda?" diyebilirsiniz. Ancak asıl soru şu: %80 tüketmezse bu kadar üretim ne olacak?
Eğer üretim devam edecekse, her bir üretici kendi ürünün tüketilmesini isteyeceğinden, %80'in tüketimden çıkmasına razı olmayacaktır.
Bu durumda bu insanların paraya ihtiyacı olacaktır. Para kazanmaları için bir iş yapmaları gerekecektir. Ancak mevcut becerileriyle yapabilecekleri işleri robotlar çok daha hızlı ve çok daha ucuza yapabileceğinden, bu insanların çalışmasına ihtiyaç duyulmayacaktır.
Bu durumda önümüzde iki seçenek mevcut:
Birinci seçenek: İnsanlara hiçbir iş yapmasalar bile para vermek ve "Buyurun, harcayın kardeşim" demek. Bu yöntem dünyada farklı pilot bölgelerde deneniyor. Literatürde buna "International Basic Income" deniyor. Türkçeye bunu "Evrensel Vatandaşlık Maaşı" olarak çevirebiliriz; yani her insana iâşesini (geçimini sağlayacak kadar) temin edecek paranın ödenmesi anlamında. İkinci seçenek ise: Bu insanlara oyalanmaları için bir iş vermek ve bunun karşılığında para ödemek.
Eğer birinci yöntemin gerçekleşebilme ihtimalini düşük görüyorsanız, 2008 küresel finans krizi sonrasında ABD öncülüğünde tüm dünyada uygulanan ucuz para (düşük faiz) politikasına bir göz atabilirsiniz.
İkinci yöntem, boşta duran insanların sorun çıkaracağını düşünen otoriter rejimler için câzip olabilir. Çünkü ekmek endişesi olmayan insanlar otoriteyi sorgulamaya başlayacaktır ve bu, otoriter yönetimlerin istemediği bir sonuçtur.
Buna karşılık, birinci yöntem üretimin ve refahın artmasını isteyen yönetimlerce daha mantıklı görülecektir.
Burada da muhtemelen 80/20 kuralı geçerli olacaktır. Yani bu insanların %80'i hiçbir şey yapmayacak, ancak %20'si özgün eserler üretecektir.
Bunun sonucunda, otoriter rejimler verimsiz üretimden dolayı çok geride kalacak. Yani insanlar hür bırakılmadığında verimlilik düşüyor. Verimlilik düştüğünde sistemin sürdürülebilirliği kayboluyor. Bu sayede her şey, yönetimler de dâhil olmak üzere, mükemmele doğru gitmek zorunda kalıyor.
Hürriyetle ekmek arasında böyle kopmaz bir zincir yerleştirip mükemmel bir sistem kuran Cenab-ı Hakk'a şükürler olsun.
Evrensel Vatandaşlık Maaşı'nın gelecekte tüm dünyada uygulamaya konulması muhtemel görünüyor. Böyle bir geleceğin çok da uzak olmadığını ve bunun serbestiyetin anahtarı olacağını düşünüyorum.
Bediüzzaman'ın gelecek tasavvurunda yer alan "Mâlikiyet ve Serbestiyet" bu anlama mı gelir, bilinmez. Şu anda insanların hürriyetini elinden alan en önemli zincir geçim derdidir.
Belki de Bediüzzaman'ın ima ettiği "Serbestiyet" böyle bir şeydir. Yoksa başka bir anlamı mı vardı?