Şahs-ı manevî, belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs/ hükmî şahıs/ tüzel kişidir. Veya bir cemiyetin/ topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve özellikler, kabiliyetlerdir diyebiliriz.
Şahs-ı manevînin meydana çıkmasının sebeplerini şöyle belirtmek gerekir: “…vahdette nihayetsiz suhulet ve kesrette nihayetsiz suubet [zorluk] bulunduğundandır ki, ehl-i san’at ve ticaret, kesrete bir vahdet verir, tâ suhulet ve kolaylık olsun.”1
Bu bütünlüğü ve kardeşliği bozan unsurlar da, toplumda tenkidin ve gıybetin yaygınlaşmasıdır.
“…müteaddit eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır. Eğer o cemiyet, imtizâc edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı mânevîsi”2 olacaktır.
‘Meşveret’ de bir şahs-ı manevîdir. Üstad, “Mabeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz..”3 diyerek, hizmetlerinizi meşveretle yapınız diyor.
Üstad Bediüzzaman, “Evvelden beri hem sohbetlerinde, hem mektuplarında bu zamanın cemaat zamanı olup, şahsî kemâlât ve meziyetlerin hizmet-i imaniyede şahs-ı manevî kadar tesiri olmadığını zikretmekteydi.”4
Yine Münazarat adlı eserinde, “Meşverette hüküm ekserindir“demektedir.5
Meşveretler, muhakkak hür bir ortamda yapılmalıdır. Bu konuda Üstad şunu diyor: “Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerekir.”6
“Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vahid idi. o hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tadil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır.”7
Üstad Said Nursî, Münazarat adlı eserinde, Meşvereti ve şahs-ı manevîyi incitip huzurunu bozan kişileri şöyle belirtiyor: “intikam paşa, garaz bey, inat efendi, cehalet ağa, taklit hazretleri ve mösyö geveze.”
Bunlar, Bediüzzaman’ın deyişiyle ”Fikirleri teşviş eden [karıştıran], hürriyet ve meşrutiyeti bilindiği üzere, takdir etmeyenlerdir.”8
İnsanı böyle durumlarda istikamette muhafaza eden şey; güçlü, Risale-i Nurlardan beslenen ve istişare temelli şahs-ı manevîdir. Önemli olan kendi kusurlu ve noksan fehmimizi/anlayışımızı, şahs-ı manevînin, ortak aklın önüne koyup, kafa fenerimize güvenmemektir.
Her bir şakird; “Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.”9 demeli ve bunda da ısrar etmelidir.
Ve aynı zamanda; “Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz”10 düşüncesinde sabit ve sadakatli davranmalıdır.
Soru: Meşverete şahs-ı manevînin kalp atım merkezi denebilir mi?
Cevap: Şahs-ı manevî, belli bir kişi olmayıp şah-ı manevînin kalbi ve dolayısıyla kalp atım merkezi diyebiliriz.
Soru: Şahs-ı manevîde bulunan şahsın başına gelen musibet diğer kardeşlerin (şahısların) maneviyatını etkiler mi?
Cevap: Aynen “Üstadın dediği gibi, zaman cemaat zamanı olduğundan bir şahs-ı manevînin içinde olmak insanı çağımızın ruhî problemleri olan yalnızlık girdabından, bencillikten, asosyallikten ve amaçsızlıktan korur.”11
Dipnotlar:
1- Mektubat, 3. mektup, s. 35.
2- 14. Söz. Üçüncü mesele.
3- Şualar, s. 527.
4- Tarihçe-i Hayat, s. 39.
5- ESDE, Manazarat, s. 224.
6- Age.
7- ESDE, Sünuhat, s. 486.
8- ESDE, Münazarat, s. 229.
9- Kastamonu Lâhikası, s. 89.
10- Age.
11- 2019 R. Nur ve Tıp Kongresi.
1. Masa deklarasyonundan. Risale-i Nur ve Ruh Sağlığı