"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslam Yaşar'ın kaleminden Abdülkadir Badıllı

İslam YAŞAR
29 Aralık 2014, Pazartesi 10:00
Okumak ve yazmak… Nur Talebelerine has hasletlerdi bunlar.

Onlar, Risâle-i Nurları okuyup yazmayı ve öğrendikleri hakikatleri yaşayarak başkalarına da anlatmayı hizmet telakki ettikleri için okuyarak veya derslerde okunanları dinleyerek o sıfatı kazanırlardı.

Okuyanların yanı sıra, yazmayı esas alanlar da vardı aralarında. Onlar Risale-i Nurları yazarak çoğaltmayı Nur hizmetinin mühim bir merhalesi olarak gördüklerinden mütemadiyen yazarlar, yazarken de okurlardı.

Zamanla Risale-i Nurlar matbaalarda basılmaya başlanınca yazanların bazıları Kur’ân hattı ile istinsaha devam ettiler. Bazıları da Risalelerin şerhi, izahı ve tanzimi mahiyetinde eserler yazma cihetine gittiler. 

Risale-i Nur Külliyatı ve Bediüzzaman Said Nursî ile ilgili olarak yazılan bahislerin başında Tarihçe-i Hayat geliyordu. Bediüzzaman’ın hayatının Eski Said safhasını yeğeni Abdurrahman ve talebesi Müküslü Hamza kısmen de olsa yazmışlardı ama Yeni Said ve Üçüncü Said safhaları yazılmamıştı.

Said Nursî, Isparta hayatını talebesi Hüsrev’in, Kastamonu hayatını Mehmed Feyzi’nin yazmasını istemişse de onlardan ziyade Taşköprülü Sadık Bey, Salih Yeşil ve Eşref Edip teşebbüs etmişlerdi. 

Onların çalışmaları yarım kalınca, Said Nursî’nin Tarihçe-i Hayatının muhtasarını Üniversiteli Nur Talebelerinden müteşekkil bir heyet, mufassalını ise Urfalı bir Nur Talebesi yazdı:

Abdülkadir Badıllı.

***

Urfa civarında meskûn Kürt aşairinden Badıllı aşiretine mensup bir ailenin çocuğu olan Abdülkadir, 1936 yılında Akziyaret nahiyesinin Şeyhzeliha Köyünde dünyaya geldi. 

Babası Abdurrahman Efendi, annesi Havva Hanımdı. Abdülkadir, dinî tahsilini ve aile terbiyesini, müttakî bir yaşayışa sahip olan annesinden, babasından aldı. Köyün hocasından Kur’ân okumasını ve ilmihal bilgilerini öğrendi. Köylerinde okul olmadığı için Latin harflerini öğrenemedi. Babası bu halden pek şikâyetçi değildi. Çocuklarının okumayı yazmayı öğrenmek için şehre gittikleri takdirde gayrimeşrû yaşayışa alışacaklarından endişe ettiği için onların köyde kalmalarını teşvik etti. Sıkılmamaları için de iyi ata binmeyi ve avcılık yapmayı öğretti.

Aşiretin ağa ailesine mensup oyması hasebiyle, herhangi bir işte çalışma ihtiyacı hissetmediğinden babasının ve biraderlerinin telkinleri neticesinde sık sık ata binerek, ava giderek vakit geçiren Abdülkadir; bunların yanı sıra, aile büyüklerine özenerek daha çocukken tarikat adabını yaşama gayreti içine girdi. 

Küçük yaşta annesinin vefat etmesinin de tesiriyle himmetine sığınacağı bir mürşid-i kâmil bulma ihtiyacı hissettiği günlerde duydu Bediüzzaman Said Nursî’nin ismini. Amcalarının sitayişle bahsettikleri o isme karşı kalbî bir yakınlık hissetmesine vesile oldu.

Köye sık sık tahsildarlık yapmak için gelen Tillolu Tahsin Efendinin Said Nursî’yi tanıdığını öğrenip tafsilatlı bilgi alınca, onun ziyaretine giderek tarikatına (!) girme hevesine kapıldı ve maksadını babasına anlattı.

Oğlunun isteğini makul bulmakla birlikte, daha küçük olduğunu düşünerek başka bir şehre gitmesine izin vermeyen Abdurrahman Efendi, o günlerde Urfa’da Said Nursî’nin talebelerinden Abdullah ve Hüsnü ile karşılaşınca onlara hal danışmak istedi.

“Zeki, çalışkan, yazısı güzel bir oğlum var. Annesi öldüğü için köyde durmak istemiyor. Onu size göndereyim” dedi.

“Gelsin” dedi onlar da. 

1953 yılının Eylül ayında bu maksatla Urfa’ya gelen Abdülkadir, doğruca Rıdvaniye Camii’nin meşrutasında kalan Abdullah ve Hüsnü’nün yanına gitti. Selâm verip kendisini tanıttı.

“Ben sizden Şeyh Said-el Kürdî’nin adresini istiyorum” dedi.

“Ne yapacaksın?” dedi gülerek Abdullah.

“Ziyaretine gidip tarikat dersi alacağım” dedi o da.

“Kardeşim, Üstadımız tarikat dersi vermez. Risale-i Nur’un mesleği tarikat değildir” dedi.

Abdülkadir söylenenleri pek dinlemeyip adres istemekte ısrar edince Abdullah, Risale-i Nur’dan bahisler okuyarak meseleyi uzun uzun izah etti. Bu izahlardan sonra tarikat dersi almaktan vazgeçse de ziyaret etme talebinden vazgeçmeyince ona büyükçe bir Risale verdi ve ancak onu yazdığı zaman Üstadı ziyarete gönderebileceklerini söyledi. 

Onlar, Risaleyi yazma işinin Abdülkadir’i uzun süre meşgul edeceğini düşünmüşler ve Bediüzzaman’a mektup yazarak ziyaret talebini bildirmişlerdi. Fakat o üç gün içinde renkli ve güzel bir hatla yazıp gelince adresi vererek Isparta’ya gönderdiler.

Günlerce süren maceralı bir otobüs ve tren yolculuğunun ardından Isparta’ya gelen Abdülkadir, Çarşı Camii’nde kendisine ismi verilen Nuri Benli ile karşılaşınca geliş maksadını anlattı. 

Nuri Efendi, polislerin Üstadı çok sıkı kontrol altında tuttuklarını, yakaladıkları takdirde ziyarete gidenlere de getirenlere de eziyet ettiklerini söyleyerek kendisini uzaktan takip etmesini istedi. O da söyleneni yaparak Said Nursî’nin ikamet ettiği eve geldi. 

Biraz bekledikten sonra ziyaret talebinin kabul edilmesi üzerine Zübeyir’in ardından odaya girdi, hemen Üstadın yanına gitti ve elini öptü. O da onu başından öperek yanına oturttu. Adını, memleketini, mesleğini, ailesini, Urfa’daki bazı talebelerini sordu. 

Abdülkadir, onun sorduğu sorulara cevap verdikten sonra Abdullah’ın gönderdiği mektubu verdi, yazdığı Risaleyi takdim etti. Risaleye bakıp yazısını beğenen Said Nursî, kitabın arkasına duâ yazarak geri verdi.

Takriben bir saat kadar süren konuşma sırasında ona, Abdülkadir adı ile çok alâkadar olduğunu, yeğeni merhum Abdurrahman’a benzediğini, kendisini Hüsrev gibi talebe olarak kabul ettiğini söyledi.

Abdülkadir, Urfa’ya gidip oradaki talebeleri ile birlikte hizmet etmek istediğini söyleyince kendisini kabul ettiğini ama onlarla istişare etmesi gerektiğini hatırlattı. Yol parasını vererek geri gönderdi.

Bediüzzaman’ın, ikaz mahiyeti taşıyan tavsiyesi üzerine baba mesleği olan avcılığı bırakan Abdülkadir, Urfa’ya gelince ilk iş olarak köyüne gidip av malzemelerini ve tüfeğini sattı. Şehre dönüp medreseye yerleşerek Abdullah’la, Hüsnü ile birlikte hizmet etmeye başladı. 

Abdülkadir Badıllı, iki sene kadar bu şekilde risaleleri yazarak, okuyarak ve konuştuğu, görüştüğü insanlara anlatarak hizmet etti. Bu arada ana dili olan Kürtçenin yanı sıra Osmanlıcayı, Arapçayı ve Farsçayı da öğrenerek kendisini yetiştirdi.  

Medresede hizmet olarak en çok yaptıkları iş risale yazmaktı. Günlerce hiç durmadan yazdıkları halde ihtiyaca cevap veremiyorlardı. Lâhika mektuplarını da elle yazarak çoğaltmaları gerektiğinden haberleşmelerde aksamalar yaşanıyordu. Hizmetlerin aksamasına gönlü razı olmayan Abdülkadir, bir teksir makinesi almaya karar verdi. 

Bu maksatla köye gidip annesinden kalan kırk kadar koyunu sattı. İstanbul’a giderken Üstadı ile görüşüp istişare etmek maksadıyla Isparta’ya uğradı. Onun Barla’ya gittiğini öğrenince oraya gitti.

“Teksir makinesi almak için İstanbul’a gidiyorum” dedi elini öptükten sonra.

“Sen bin beş yüz lira fedakârlık yapıyorsun, ama teksir edeceğin Risalelerin sıhhatine azamî dikkat etmek lâzımdır” dedi Bediüzzaman.

“İnşaallah dikkat ederim” dedi Abdülkadir de.

O akşam orada kalıp derse iştirak etti, Üstadının gönderdiği yemeği yedi, yorganını örtündü. Sabah namazını müteakip yapılan dersten sonra Bediüzzaman, eski talebelerinin kahramanlıklarını anlattı. Milletin fıtrî kahramanlık seciyesinin Risale-i Nur’la inkişaf ettiği takdirde, milletin karşısında kimsenin duramayacağını izah ederek Abdülkadir’e döndü. 

“Sen o eski talebelerime benzersin. Fakat benim şimdiki talebelerim ölünceye kadar Risale-i Nur hizmetine sadıkâne bir şekilde vakf-ı hayat ederek çalışıyorlar. Bunlar eski talebelerimden fazilet bakımından daha üstündürler” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler-1, Y. A. Y., İstanbul-1978, s. 304) dedi.

Said Nursî’nin bu şekildeki taltifkâr hitaplarına muhatap olan, derslerine iştirak eden Abdülkadir Badıllı, Barla’dan ayrılıp İstanbul’a gitti ve teksir makinesini aldı. Urfa’ya dönerken, makinenin kullanmasını öğrenmek için tekrar Isparta’ya uğradı.

Üstadın odasına girdiğinde, o Mesnevî-i Nuriye’nin Türkçe mukaddimesini söylüyor, Ceylân da dikkatle yazıyordu. İlk defa bir Risalenin telifine şahit olduğu için kenara çekildi ve telif şartlarını dikkatle takip etti.

Abdülkadir, İstanbul’dan teksir makinesi gelinceye kadar orada kaldı. Kendisine tekabül eden hizmetleri yaptı, derslere iştirak etti, her fırsatta Üstadı ile görüşmeye çalıştı. Makine geldiği zaman da ona takdim etti.

Teksir makinesini görünce sevinen Bediüzzaman “İnşaallah o teksir makinesi ileride Urfa’nın âlem-i İslâma ilim hakikatını neşreden bir merkez halini almasına vesile olacak. Bütün Nurları neşir için sana izin veriyorum” (A.g.e. s: 304 ) diyerek onu taltif etti.

Orada kaldığı zaman içinde Ceylân’dan teksir makinesinin nasıl çalıştığını iyice öğrenen Abdülkadir, Bediüzzaman’dan bir Siracü’n-Nur mecmuası ile biraz tayinat parası aldı ve Urfa’ya döndü. Risaleleri teksirle çoğaltarak bölgede hızla intişar etmesine vesile oldu. 

1959 yılında askerliği Ankara’ya çıktı. Oraya Isparta üzerinden giderek Üstadını bir kere daha ziyaret etti, elini öptü. Bir iki gün orada kalarak Nur derslerine iştirak etti, hususî sohbetlerinde bulundu.

Ayrılırken Said Nursî kendisini, her vesile ile söylediği gibi yine “Kardeşim, Risale-i Nur’daki kudsî mânâ ve hakikat bende iken ismime Bediüzzaman deniyordu. Şimdi o kudsî mânâ benden ayrıldı. Bediüzzaman Risale-i Nur’dur. Bende bir şey kalmadı. Siz Risale-i Nur’a yapışın. Hülâsanın hülâsası yalnız Risale-i Nur’dur” (A.g.e., s. 309) diyerek uğurladı. 

O gün Üstadından, her zamankinden farklı bir hüzünle ayrılan Badıllı, Ankara’ya gidip birliğine teslim oldu. Bediüzzaman’ın talimatı üzerine tanıştığı Said Özdemir’in sayesinde evci belgesi alarak hafta sonlarında hizmetlerle meşgul olmaya gayret etti.

Çarşıya çıktığı günlerden birinde Said Nursî’nin Ankara’da olduğunu öğrenince sevindi. Ziyaret etmek maksadıyla hemen kaldığı otele gitti ise de görüşemedi. Onun çağırması üzerine tekrar geldiği zaman da polisler otele sokmadıkları için ziyaret edemedi.

Birkaç gün sonra Said Nursî’nin Urfa’da vefat ettiğini öğrenince çok üzüldü. Son ayrılışta ruhunu saran hüznün, onu bir daha göremeyecek olmasından ileri geldiğini hissetti. Çok istediği halde, asker olduğu için cenazesine gidemedi.

Askerliği bitince Urfa’ya döndü. Abdullah, Zübeyir gibi şehirde temayüz etmiş Nur Talebeleri zorla Urfa’dan çıkarıldığı için ihtilâlcilerin ağır baskılarına aldırmadan hizmete devam etti.

Said Nursî’nin, daha önce ‘Urfa’ya geleceğim’ diyerek gönderdiği ve aralarında Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin cübbesinin de bulunduğu bazı eşyalarını ve el yazması Risalelerini derleyip toparlayarak muhafaza altına aldı.

Bediüzzaman’ın vefatından sonra Nur hareketi içinde zuhur eden Isparta ve Diyarbakır menşeli teşekküllere itibar etmedi. Hizmet tarzında ve içtimâî tavırlarda hep Tahirî Mutlu, Zübeyir Gündüzalp, Abdullah Yeğin, Mustafa Sungur gibi saff-ı evvellerin etrafında şekillenen istişare heyetinin aldığı kararlara riayet etti.

Zübeyir Gündüzalp’in vefatından sonra meydana gelen hadiselerde, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel gibi gazete taraftarı olarak adlandırdığı ağabeylerden ziyade ‘politikasız, dağdağasız, siyasetsiz, safi Nur hizmeti’ (A. Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Timaş, İstanbul-1990, c: 3, s: 1801) ifadeleri ile değerlendirdiği Tahirî Mutlu, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram gibi isimlerin yanında yer aldı.

Fakat bu beraberlik, cemaatle ilgili bazı umumî meselelere münhasır kaldı. Badıllı, zaman zaman onlarla istişare etmekle ve alınan kararlara uymakla birlikte şahsî kararı ile bazı hizmetler yapmakta da bir beis görmedi. 

Meselâ, Bediüzzaman’ın öyle bir tavzifi olmamasına rağmen onun hayatının Eski Said safhasında yazdığı eserlerini toplayarak Asâr-ı Bedîiyye adı altında neşretmesi ve Mesnevî-i Nuriye ile İşârâtü’l-İ’câz’ın, Abdülmecid Nursî’nin yaptığı, müellifinin de tasdik ettiği tercümelerini yeterli görmeyerek yeniden tercüme etmesi cemaatin ekseriyeti tarafından pek tasvip görmedi. 

Bilhassa şark vilayetlerinde Kürtçülük temayüllerinin arttığı bir zamanda Âsar-ı Bedîiyye’yi neşrederek -kendisinin öyle bir kastı olmadığı halde- o eserlerde geçen çeşitli bahislerin ve tabirlerin, bazı zihniyet mensupları tarafından istismar edilmesine bir bakıma zemin hazırladı.

“Hazret-i Üstadın büyük Tarihçe-i Hayatını hazırlayan, Bediüzzaman’ın hizmetkârlığı gibi ulvî bir şeref ve keramete mazhar olmuş sadık Nur Talebelerinin, aynı kitabın giriş kısmında; ileride daha geniş ve tekmil edici tarihçe-i hayatların yazılmasını tavsiye etmeleri ve o kapıyı açık bırakmaları, Üstadın vefatından sonra yazılan tarihçeleri memnuniyetle karşılamaları, bizim bu vadide çalışmamıza cesaret ve hareket kaynağı olmuştur.” (A.g.e., c: 1, s: 18) 

Kendisinin bu sözlerle de ifade ettiği Mufassal Tarihçe-i Hayat’ı yazmaya 1984 yılı baharında başladı. Üç cilt halinde tanzim ettiği hacimli eserini 1984 senesi hazanında tamamladı.

Kitabını, Bediüzzaman Said Nursî’nin ‘varis’ sıfatını verdiği Nur talebelerinin kurduğu, kendisinin de bir ara idaresini deruhte ettiği Envar Neşriyat’ta neşretmek istedi. Lâkin ‘ileri sürdüğü şartları yapabilmek ve zamanında ifa edebilmek belki mümkün olmayacağından’ (A.g.e., c: 1, s: 4) onların da tensibi ile başka bir yayınevinde yayınladı.

Risale-i Nur ve Said Nursî muhtevalı çalışmalarına devam eden Badıllı, Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, Bediüzzaman ve Din Tılsımları, İslâm Kardeşliği İçinde Türk-Kürt ilişkileri gibi eserlere de imza attı. Bunların yanı sıra hatıralarını kaleme alarak hem farklı hizmet grupları hakkındaki kanaatlerini ortaya koydu, hem de tarihe belge bıraktı.

Değişik yayınevleri tarafından basılan kitapları cemaatin alâkasına mazhar oldu. Eserlerinin akademik hususiyeti nazara alınarak kendisine Harran Üniversitesi tarafından fahrî doktora unvanı verildi. 

Abdülkadir Badıllı, hizmet mahalli olarak, doğup büyüdüğü şehir olan Urfa’yı seçti. Yaşadığı her yerde hizmet edecek dinî, ilmî müktesebata sahip olmasına rağmen Urfa’dan ayrılmadı. Hizmet maksadıyla gittiği yerlerde hizmetini ifa ettikten sonra oraya döndü.

Böylece zaman içinde etrafında, onun hizmet tarzını tasvip eden bir cemaat teşekkül etti. O fiilî hizmetlerini orada yapmakla birlikte, memleketin diğer yerlerinde meydana gelen hizmet hareketlerini de dikkatle takip etti.

Nur cemaatini ilgilendiren içtimaî ve siyasî hadiseler karşısında hep saff-ı evvel Nur Talebeleri ile birlikte hareket etti. Onların yaptıkları yazılı açıklamalara imza attı, şifahi açıklamalara katıldı. Said Nursî’ye veya Risale-i Nur’a yapılan yazılı, sözlü saldırılara müessir cevaplar verdi. 

Bediüzzaman Said Nursî’nin eşyalarına hususî bir itina gösterdi. Bizzat onun veya talebelerinin kendisine verdikleri eşyaları muhafaza ettiği, gittiği yerlerde gördüğü eşyaları ve Risale-i Nur’un müellifinin tashihinden geçmiş nüshalarını alarak teşhir ettiği için evi zamanla küçük bir Said Nursî ve Risale-i Nur müzesi haline geldi. 

Abdülkadir Badıllı da Risale-i Nur hizmetine vakf-ı hayat eden Nur Talebelerindendi. Risale yazarak başladığı hizmetine, açtığı Nur medreselerinde muntazaman risale okuyarak, okutarak, Nur dersleri yaparak devam etti.

Hizmet hususiyeti haline getirdiği risale yazma hasletini Said Nursî’nin hayatı ve Risale-i Nur’un şerhi, izahı, tanzimi, müdafaası mahiyetindeki eserler telif etmekte kullandı. Son zamanlarında rahatsızlanmıştı. Yaklaşık iki aydır Ankara’da Gazi Üniversitesi hastanesinde tedavi görüyordu. 25 Aralık 2014’te, akşam saatlerinde Hakkın rahmetine kavuştu.

Badıllı, çok sevdiği ve müştak olduğu Üstadına kavuştu. Mekânı Cennet olsun.

NOT: Bu yazı, Badıllı’nın vefatından önce, Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan Nur Talebeleri kitabının 2. baskısına ek olarak yazılmıştı. Badıllı’nın vefatı münasebetiyle son kısmı güncellenerek neşredilmiştir.

İslam YAŞAR / [email protected]

Okunma Sayısı: 7334
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • fatih

    29.12.2014 11:29:02

    Merhum Abdulkadir Badıllı Ağabeyi İslam Yaşar'ın kaleminden dinlemek çok güzel oluyor...Çünki, Her yönüyle ortaya koyuyor...

  • Bahtiyar ISPARTALI

    29.12.2014 11:19:53

    "Kaleler fedailer ister, sende fedai olacaksın." latif ihtarına masadak bir ağabeyimiz.Mekan-ı Cennet olsun. İslam Yaşar abinin de eline sağlık.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı