"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ölüm (mü?)

ÖMER ASAF OKUR
11 Nisan 2011, Pazartesi
Dünya imtihanı, tutarlılığı o kadar mükemmel bir imtihan ki; ölüm bu imtihanın bitiş zili oluyor adeta. Bir öğretmen yazılı sınavında derslerde işlenilen konuların dışında bir soru sorsa ve iki şıklı bu sorunun cevabı ‘B’ seçeneği olsa, “A yapanlar sıfır aldı, B yapanlar yüz” diyerek imtihanı açıklasa, eğitimden hiç anlamayan ve hakikaten sıfırlık bir öğrenci bile bu sınavın tutarlı olmadığına dair ısrarlı itirazlarda bulunur.
 Bu kıyas ile dünya imtihanı yeterince zaman (ömür), yeterince konu (yaşadıklarımız), yeterince soru (maruz kaldığımız olay ve musîbetler) ve yeterince şıklarla (irademizle seçme hürriyeti) tutarlılığı tartışılmaz bir imtihan. Ölüm, beden okulundaki ruhun imtihanının bitiş zili. Koca hayata yön veren sınav 120 dk. sürüyor. Sonsuz hayatımıza yön veren sınavımız da 60-70 yıl sürüyor. Ne farkı var?
Kim Allah’ı unutursa Allah da ona kendisini unutturur (Haşr Sûresi’nden bir âyet meâli). Öleceğimiz muhakkak, ama ne kadar hatırlıyoruz? Dedelerimizin, amcalarımızın, anne, babamızın kapısını ansızın çalan bu hakikat nasıl oluyor da unutmak perdesi altında saklı tutuluyor? Bir film izleyip de içinde yüz adam ölse, hatta önünden cenaze geçse öleceğini düşünemiyor. Allah’a iman, esasında insanın temel ve dinamik olması gereken unsurlarına—olması gereken şekilde—aksiyon katıyor. Yani nasıl ki ışık karanlıkla, sıcak soğukla biliniyor; hayat da ölümle anlaşılıyor. Bakınız Bediüzzaman Hazretleri Mektubat’ta ne diyor: “İnsanlarda veli, Cum’ada dakika-i icabe, Ramazan’da Leyle-i Kadir, Esmâ-i Hüsnâ’da İsm-i A’zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.” (Hakikat Çekirdekleri)
Allah (cc), Resûl-i Ekrem’e (asm) hitaben “Elbette sen öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer Sûresi: 30) buyuruyor âyet-i kerimede. Esas itibariyle (Kur’ân’daki ifadesiyle) ölüm ‘tadılacak bir şey’... Kimi için acı, kimi için tatlı bir yemek gibi. Öyle anlaşılıyor ki ‘ölüm’ ismi aynı olsa da herkes için mahiyeti farklı bir şey. Bir kayıkçı zor belâ, kan ter içinde asıldığı kürekle ağır ağır ilerliyormuş. Bir yalı sahibi ise ayaküstü kahvesini yudumlayıp kayıkçıya bakarak gülmüş. Kayıkçı: “Ne gülüyorsun, sen de öleceksin ben de öleceğim” demiş. Yalıdaki adam ise: “Doğru; ama sen böyle öleceksin, ben böyle öleceğim” diyerek karşılık vermiştir. Şüphesiz-–âyetle belirtilmiştir—ölüm de hayat gibi mahlûktur. Nasıl yaşadığımız gibi nasıl öldüğümüz de önemlidir.
Bakınız Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lâhikası’nda bizi şöyle aydınlatıyor: “Risâle-i Nur ve şakirdlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat’î isbat etmektedir.” (s. 41) Doğuda hâsseten sıcak illerde yazın dışarıda yatma âdeti/ihtiyacı vardır. Taht denilen ve kişi sayısına göre yapılan, yerden 1-2 metre yükseklikteki çardaksı yapılarda yataklarını serer insanlar. Bir köyün çok zalim bir ağası varmış ve bu ağa sabahleyin bu iki metrelik yüksekliğin merdiveninden inerken ayağı boşluğa gelmiş, yere düşmüş ve ölmüş. Şaşaalı bir taziye kendisine tertib edilen bu ağanın oğlu birkaç gün sonra babasını rüyasında görür; babası cehennemdedir. Cehennemin dehşetinden dudağı uçuklayan oğul, kendini biraz toparlayıp “Baba sen buraya nasıl geldin?” demiş. O zalim ağa da: “Evlâdım ben o tahttan düştüm ya, düşer düşmez buraya düştüm” demiştir. İşte bu misâl gibi ‘baki hayata perde olan ölüm’ ibaresi, ölümün önemli bir tavsifidir. Ehl-i iman-–tâbir-i câizse—toprağa düşer düşmez saadet-i ebediyeye gidiyor gibi müjdeli bir ifade vardır burada. Rabb-i Rahimimiz bu nurânî yüksek payeyi cümlemize ihsan eylesin.
Ölüm bir defa başımıza gelecek, lâkin bize her vakit geleceği ihtar edilen küçük bir kıyamet sûretinde. Her gün vücudumuzda binler taam ölüyor, binler hücre ölüyor, bir ‘gün’ ölüyor, saniyeler, dakikalar an be an ölüyor ve haddizâtında bize ölümü ihtâr ediyor. Madem bir kere öleceğiz, neden—rızası dairesinde—Allah için olmasın?
Okunma Sayısı: 1007
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı