Rabbimiz; “A’sâ an tekrehu şey’en vehüve hayrun lekûm, Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır” buyuruyor ki, şer görünen şeylerde nice hayırlar görülmüştür.
Her musîbette hayır, belki hayırlar vardır. O musibet geldiğinde yüzümüz ekşir, canımız sıkılır belki de efkârlanırız, ancak zamanla yaralarımız iyileşip kabuk bağladığında kalbimizde bir sürur, bir ferah buluruz. Hele ki o musîbet devreye girmemiş olsa nice yanlışlar, nice üstüne katlanarak giden cinayetler işlenecekti der, derin bir oh çeker ve halimize şükrederiz. Elbetteki musîbetler istenilmez Rabbimizden dünya ve ahirette iyilik isteriz. Gelene de baş göz üstüne geldin demek er kişinin harcıdır elbet.
Har gür içinde boğuşurken öyle bir musîbet geldi ki; kışa girmemizle beraber korona illetiyle sarsıldık, üşüdük, evimize ve kabuğumuza çekildik. Son sür’at hızla giden dünyamız; hareketlilik, borsa/döviz, petrol, harpler, cinayetler, tecavüzler, zulüm, irtikap.
Global dünyanın çeteleri, kan emicileri, İslâm memleketlerini parselleme ve Müslüman kanı dökmek için satranç oyunları ağır çekime alındı.
Sokağa çıkma yasağıyla beraber hayat durdu. Sokaklar bomboş in cin top oynadı deyim yerindeyse. Eve hapsolunca evde oturmaya alışmayan, mobilize olan millet çareler aramaya başladı. Konferanslar, programlar uzaktan yapılmaya başlandı.
Hele Nurcular için tam bir yıkımdı. Haftanın bir kaç günü derse gitmeye alışmış Nur Talebeleri, kırmızı kitap ve kırmızı çaysız duramazlardı. Cemaatle kucaklaşmanın hasretiyle tutuştular. Öyle her şeyi kabullenip köşeye çekilemezlerdi. İhtilâllerde bile dersine gitmeyi ihmâl etmemiş, gece sokağa çıkma yasakları varken bile ”24’ten sonra sokakta ya sarhoş ya da Nurcu görürsün” sözünü dillere düşürmüşlerdi.
Aynen dün olduğu gibi;
Evvelâ senelerdir farzmış gibi neredeyse 24 saat açık ve olmazsa olmaz tek kanallı TV’leri kapatmayı akıl ettiler. (Bir kısmı açmıyordu)
Orda sesimizi duyuramamaktan gelen bir hasretle önce 20/30 kişi bir araya gelebilecek canlı yayın programlarını keşfettiler.
Yapılamayan meşveretleri sıcak temas olmasa bile gaye birliği olduğundan mesafeleri kısalttılar.
Aynen Bediüzzaman’ın dediği gibi; “Birimiz şarkta, birimiz garbda, birimiz cenubda, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak; biz yine birbirimizle beraberiz. Kâinatın kuvveti toplansa, bizi yüksek Üstad Said Nursî’den ve Risale-i Nur’dan ve bizi bizden ayıramazlar.” 1 hakikatını manen yaşayan Nurcular maddetende yaşamaya başladı ve hangi şart olursa olsun Risale-Nur’dan ve derslerden ayrılmadı.
Teknolojiyi bilen bir kaç gönüllü işe al attı. Önce mahallerde başlayan Zoom, Jitsi, scope gibi programlarla küçük guruplar halinde dersler yapıldı. Ardından Youtube canlı yayınları yapıldı. Risale-i Nur tv, Risale tv, EuroNur (zaten vardı) Hür tv ve İstanbul, Adana, Ankara, ŞanlıUrfa Yeni Asya yayınları devreye girdi.
İlk başta yeni olmanın getirdiği acemilikler ihlâs ve hasretin galip gelmesiyle mani olamadı. Derken daha derli toplu programlar yapıldı. Sahasında mütehassız ağabeyler/kardeşlerle izleyiciyi ekrana bağlayan ve mest eden dersler yapıldı. Bunlar rutin hâle gelmeye başlayınca şerh/izah/ tanzim vazifesiyle muvazzaf talebeler çalışarak daha hazırlıklı derslere imza attılar.
Daha evvel dershanelerde bir iki okuyucunun derslerinin öne çıkmasından müktesebatı olan ağabeyler ihlâslarından öne çıkmayan nice kahramanlar bu süreçte ekranda görünmeye başladılar. Aman Ya Rabbi! O ne ihlâs, o ne birikimmiş, her biri birer elmas kıymetinde talebeler meğer hafâ toprağında gizlenmişler. Her gün yeni birilerini görmek ve tanımak şerefine nail oldu bu cemaat.
Bazı müdebbirler vardı ki ben gidersem bu hizmet n’olur endişesini taşıyordu.
Hâlbuki bu hizmetin mukaddemi:
“Hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbetdar yerine, binler bekçi çıkar.” 2 diyordu. Aynen bu musîbetle nice değerler inkişaf etti ki, görünmez kahramanlar ortaya çıktılar.
Nur ol korona!
Dipnotlar:
1. Şuâlar., 2. Emirdağ Lâhikası.