İhtiyarlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, gençliğin derin uykusunu daha ziyade kalınlaştıran Harb-i Umumî’nin dağdağaları ve esaretimin keşmekeşlikleri ve sonra İstanbul’a geldiğim vakit, ehemmiyetli bir şan ve şeref vaziyeti, hatta Halifeden, Şeyhülislâmdan, Başkumandandan tut, tâ medrese talebelerine kadar, haddimden çok ziyade bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle, gençlik sarhoşluğu ve o vaziyetin verdiği hâlet-i ruhiye, o uykuyu o derece kalınlaştırmıştı ki, âdeta dünyayı daimî, kendimi de lâyemutâne dünyaya yapışmış bir vaziyet-i acîbede görüyordum.
İşte o zamanda, İstanbul’un Bayezid Cami-i mübareğine, Ramazan-ı Şerif’te ihlâslı hafızları dinlemeye gittim. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, semavî yüksek hitabıyla beşerin fenâsını ve zîhayatın vefatını haber veren gayet kuvvetli bir surette “Küllü nefsin zâikatü’l-mevt.” [Her nefis ölümü tadıcıdır. (Âl-i İmran Suresi: 185)] fermanını, hafızların lisanıyla ilân etti. Kulağıma girip, tâ kalbimin içine yerleşip, o pek kalın gaflet ve uyku ve sarhoşluk tabakalarını parça parça etti. Camiden çıktım. Daha çoktan beri başımda yerleşen o eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş ve pusulasını şaşırmış gemi gibi kendimi gördüm. Âyinede saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: “Dikkat et!”
İşte o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki, çok güvendiğim ve ezvakına meftun olduğum gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor ve pek çok alâkadar ve âdeta âşık olduğum dünya bana uğurlar olsun deyip, misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de Allah’a ısmarladık deyip, o da gitmeye hazırlanıyor. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan “Küllü nefsin zâikatü’l-mevt.” ayetinin külliyetinde, “Nev-i insanî bir nefistir; dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir; bâkî bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir; ahiret suretine girmek için o da ölecek” manası, ayetin işaretinden kalbe açılıyordu.
Lem’alar, 26. Lem’a, s. 358
LUGATÇE:
ezvak: zevkler, hazlar.
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklaması ve ifadesiyle insanları benzerini getirmekten aciz bırakan Kur’ân.
külliyet: bütünlük, umumiyet.
küre-i arz: dünya, yer küre.
lâyemutâne: ölmeyecekmişçesine.
tavazzuh etmek: açıklığa kavuşmak.