13. O siyasî partiler arasındaki tercihini ve gerekçelerini gizlememiş, ama bunu tarafgirlik ve kavga konusu da yapmamıştır. Kur’ân’ın iman, hürriyet ve adalet dersini Kur’ân’a yakışan yüksek mevkiden vermiştir. Hatta CHP’ye de…
14. O Türkiye’deki ve İslâm dünyasındaki siyasî cereyanların Batıdan geldiğinin farkındadır. Dinimiz ve ahiretimiz için hangisi daha faydalı ya da daha az zararlıysa onun desteklenmesi gerektiğini içtihat etmiştir. Ona göre İslâmcılık salt siyasi bir cereyan değildir, olmamalıdır.
15. Bu sebeple o, birinci olarak, dinî değerlere ve şeaire münafıkane savaş açmış olan inkılapçı ve jakoben CHP siyasetini elbette tasvip etmemiş, müzahir olmamıştır.
16. İkinci olarak, o, başkasını yutmakla beslenen ve bölücülüğe sebep olan milliyetçi siyasetten uzak durmuştur.
17. Üçüncü olarak, o, toplumun yüzde altmış yetmişi tam dindar hale gelmeden yani sosyal yapı buna uygun hale gelmeden, dindarların bir partide kümelenerek devleti elde etmeye çalışmasının dine faydadan çok zarar vereceğini görmüş ve dindarları “devlet tuzağı”na karşı ikaz etmiştir.
Geriye kaldı dördüncü cereyan yani demokratlar…
18. O işte bütün bu sebeplerle, demokrat olmayan dindarları değil, -tek doğru alternatif olarak gördüğü- dindar demokratları desteklemiştir. Ehvenüşşer diyerek de olsa…
Kendisinden sonra talebeleri ve takipçileri de dindar demokratları bulup desteklemeye çalışmış ama “Biz de demokratız” ya da “Artık biz de demokrat olduk” diyenlerin yanıltmaları sebebiyle mütehayyir kaldıkları için bazen şaşırmışlardır.
19. O, siyasî iktidar ile devleti birbirinden ayırd eder ve iktidara taraftar olmamak ile devlete taraftar olmamak arasında fark görür. Bir siyasî cereyanı desteklerken “dost-düşman” kavramından faydalanmaz.
Bu konuda sık sık yanlış kullanılan bir cümle, Bediüzzaman’ın Sünuhat adlı eserinde yer verdiği şu meşhur cümledir: “Ben tokadımı, Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda, vuran da sefildir.”
Oysa onun bu cümlesindeki denklemde iç siyaset yani iktidar ve muhalefet söz konusu değildir. Konu, Birinci Dünya Savaşında -karar vericiler hatalı da olsalar- devletin yanında olmakla ya da olmamakla ilgilidir. O yukarıdaki kalıpta doğrudan doğruya devletin ve milletin dış düşmanları ile devlet temsilcilerini karşı karşıya koymakta ve elbette devletin tarafını tutmaktadır. Dolayısıyla muhalefete karşı iktidarı desteklerken bu denklemden faydalanılması mantıklı ve mümkün değildir.
20. O “muhalefet meşru ve samimi bir muvazene-i adalet unsurudur” der, muhalefetin meşruiyetini “Ümmetimin ihtilâfında rahmet vardır” hadisi ile destekler ve sınırlandırır. Zira muhalefet iktidarı dengeleyip itidale yani mutedil ve adaletli hale getiricidir, en az iktidar kadar kıymetlidir ve iktidardakilerden daha samimidir.
21. Ona göre aynı sebeplerle kuvvetler ayrılığı da denetlenebilir devlet de fevkalade önemlidir.
22. O bid’alara karşıdır ve şeairden yanadır. Demokratları da bu sebeple destekler.
23. O darü’l-harb - darü’l-İslâm ayrımını değil, darü’l-harb ve darü’s-sulh ayrımını önceler.
24. Ona göre ittihad-ı İslâm bu zamanın en mühim farz vazifesidir ve kalplerin ittihadı ile başlayıp devletlerin ittihadına uzanır. Bu kalbî ittihadın haritası Uhuvvet Risalesindedir. Yolu da bellidir: Yeni Asya’nın elli beş senedir ümmete ezberlettiği üzere; Asya’nın bahtının miftahı, meşverettir ve şûradır.
25. Ona göre ittihad-ı İslâma giden yoldaki diplomatik ilişkilerin sağlam bir zemine oturabilmesi için de devletler arasında çok taraflı müzakere kültürünü geliştirmeye ihtiyaç vardır.
Amerika Birleşik Devletlerinin birleşme süreci ve bilhassa Avrupa Birliğinin kurucu üyelerinin Birliğin kuruluş ve gelişme dönemlerinde ortaya koyduğu ve uygulayıp uygulattığı prensipler, İslâm Dünyası için de İslâm İşbirliği Teşkilatının geliştirilmesi için de çok iyi bir örnektir. Hac buluşmalarının kongre boyutunu güçlendirmek de bu işin en önemli ayağıdır.
(Devam edecek)