Padişah, Cevad Paşa’nın niyetinin, “Kendi kararlarını kabule Saltanat makamını mecbur etmek ve bu suretle Padişahın hukukunu elinden almak” olduğuna kanaat getirerek azline karar verdi (1895)
Askıya alınan Kanunu Esasi’nin mer’iyete konulması ve Meclis-i Mebusan’ın tekrar açılması fikrinde olan Hayrettin Paşa, Padişah’a arz ettiği lâyihalarda, memurların suçu sabit olmadıkça azledilmemeleri ya da münâsib olmayan bir tarzda vazifelerinin değiştirilmemesini, vükelânın/bakanların vazifelerinin ise açıkça tâyin edilerek vazifelerinde mesul olmalarını teklif etmişti. Sadâretin vazifelerine dair takdim ettiği arizada temas ettiği hususlar konumuz açısından oldukça aydınlatıcıdır.
Bu lâyihada Hayrettin Paşa;
- Sadrazamın Nazırlar ile ihtiyaç duyduğu zaman toplantı yapamamasından, Heyeti Vükelânın sadece muayyen günlerde toplantı yapabilmesinin mahzurlarından,
- Zabtiye Nâzırının Sadârete ve Dâhiliye Nâzırına bilgi vermeksizin Saray’la doğrudan irtibat içinde olmasından,
- Mâbeyndeki büyük memurların iltimaslarına rağbet edilmediği için kendisine hasmâne bir tavır almalarından,
- Ecnebi sefirlerin hükûmetin mâlûmatı dışında Saray’la doğrudan görüşmelerinden ve Sadrazamın bunlar hakkında herhangi bir malûmatı olmamasından,
-Valiler ve sâir devlet memurlarının doğrudan Mâbeyn memurları ile muhabere etmeleri sebebiyle Sadrazamın bunlara vakıf olamamasından bahsetmiştir.
Sadâret makamında ancak sekiz ay kalabilmiş olan Hayrettin Paşa istifasından bir ay kadar evvel yazdığı bir tezkirede; Sultan Abdülhamid aleyhinde olarak Veliahd Reşad Efendi ile ittifaka girdiği, Padişahın hilâfete lâzım olan evsafa sahip olmadığını ifâde ettiği ve Padişahla olan görüşmelerini etrafa yaydığı şeklinde iftiralara mâruz kaldığını da ifâde etmiştir. Başlangıçta Padişahın fevkalâde teveccühüne ve itimadına mazhar olan böyle kıymetli bir Sadrazamın sekiz ay sonra bu tarz iftiralara mâruz kalarak istifa mecburiyetinde kalması genel vaziyet hakkında kâfi derecede bir fikir vermektedir.
Ahmed Cevad Paşa
Yukarıda bahsettiğimiz “Maksudiye Hanı” meselesinden sonra Sadrazamlıktan azledilen Kâmil Paşa’nın yerine Girid Vali Vekili ve Kumandanı Müşir Ahmed Cevad Paşa Sadrazam olarak tâyin edilmişti (1891). Dâhili ya da hârici hiçbir siyâsî memuriyeti bulunmamasına ve Bâbıâli’de daha önce hiçbir vazife yapmamış olmasına rağmen doğrudan Sadârete tâyin edilmesi, Padişah’ın idareyi tamamen kendi şahsına hasretme teşebbüsü olarak tefsir edilmişti. Padişah, daha önce Bâbıâli’nin bürokratik mücadelelerine hiç bulaşmamış olan ve sadece kendisine minnet duyacağını düşündüğü için Paşayı tercih etmiş ve bu niyetle çok kısa bir süre içinde kendisini devletin bütün nişanlarıyla taltif etmiştir.
Gayet başarılı bir asker, mütedeyyin ve müstakim bir zat olan Cevad Paşa, bidayetinde tamamen Padişah’ın rızası ve arzusu istikametinde icraatta bulunmuştur. Ancak sadrazamlığının ilerleyen safhalarında hükûmet işlerinde ıslahat yapılması zaruretini düşünmeye başlamış ve bu düşüncesini muhtelif lâyihalarla Padişaha da arz etmişti. Cevad Paşa, Padişahın en ziyâde emniyet buyurdukları bir zâtı Sadrazam olarak tâyin ettikten sonra, diğer nâzırların seçimini de artık ona havale etmesi iktiza ettiğini düşünüyordu. Her nâzırın mesul olduğu nezârette tam selâhiyet ve nüfûz sahip olmasını, bütün resmî muâmelenin ilgili Nazırlar ve Sadrazam vasıtasıyla Mâbeyne intikalini zarurî görüyordu. Hülâsa onun da devletin mâruz kaldığı gâilelerden kurtulması için Padişah’a arz ettiği teklif, Padişahın işlere çok fazla müdâhil olmayıp yegâne merci olarak Sadâreti ittihaz etmesi şeklindeydi. Bunun üzerine Padişah, Cevad Paşa’nın niyetinin, “Kendi kararlarını kabule Saltanat makamını mecbur etmek ve bu suretle Padişahın hukukunu elinden almak” olduğuna kanaat getirerek azline karar verdi (1895).