"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Din kardeşliği mi, parti kardeşliği mi?

Osman ZENGİN
23 Kasım 2021, Salı
Asrımızın en büyük din âlimi, Kur’ân müfessiri olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Osmanlı’nın son zamanında, 1907 senesinde İstanbul’a gelmişti. Devletin içinde bulunduğu yanlış hâllerin düzeltilmesi için Abdülhamid Han ile görüşmeye çok çabalamış, ama maalesef görüştürülmemişti.

İstanbul’da kaldığı üç sene içerisinde kendisini siyasî çalkantıların içinde buldu. Bir sene sonra ilân edilen 2. Meşrûtiyet ile beraber, siyaset de bayağı kızışmıştı. Üstad, burada muvazenesi Kur’ân ve hadis olan bir İslâmî bakış zaviyesinden hadiseleri değerlendirdi. Yâni, bir nevi siyasete girdi. Ama bugünkü mânâdaki particilik, patırtıcılık, parçalayıcılık olarak değil. Üstad, hep orada istikamet üzere ve herkese de o istikametleri gösterici rolüyle bulunmuştur. Gerek o zamanki gazetelerde yazdığı makaleleriyle gerek nutuk ve beyanlarıyla ve gerek kitaplarıyla bunu yapmış, yol göstermiş, istikameti göstermiştir.

 Üstad, üç safhaya ayırdığı hayatından, “Birinci Said” devrinde, yukarıda söylediğimiz gibi, siyasetle münasebeti o şekilde olmuştur. “İkinci Said” devri ise şu anlattığı hadiseden sonra tahakkuk etmiştir; “Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘Euzubillahimineşşeytani ve siyaseti’ dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.”

Bu devresinden sonra başlayan, “mutlak istibdat” devrinde Üstad, yirmi beş sene kadar siyasetle alâkadar olmuyor. Çok partili demokrasiye geçildikten sonra, vatan ve milletin selâmeti için, “kalbe ihtar edilen, içtimâî hayatımıza ait bir hakikat” ile partileri üç şekilde, din ile münasebetlendirerek, kısaca şöyle değerlendiriyor. 1. Bir parti, siyasetine dinsizliği âlet eder. 2. Bir parti, siyasetine dini âlet eder. 3. Bir parti, siyaseti dinin hizmetinde kullanır. Ve kendisi de ilk ikisini tasvip etmeyip, üçüncüsünü tercih edip reyini de o istikamette kullanıyor.

 Üstadın vefatından ve ilk hâin ihtilâl olan 27 Mayıs darbesinden sonra, Üstadın sadık talebeleri, Demokratların devamı olarak Adalet Partisi’ni destekleyip, iki defa iktidara gelmelerine sebep olunca, bundan çok rahatsız olan “zinde güçler” şeytanca plân ve oyunlarla, “dini siyasete âlet eden” bir partiyi  ihdas edip, milletin başına sarıyorlar.

Güya, “Müslümanlar, dindarlar iş başına gelsin” fikriyle sahaya çıkan bu zihniyete, Üstadın sadık talebesi ve “herkesi kandırırlar, ama onu kandıramazlar” dediği kahraman Zübeyir Ağabey, Kırkıncı Hocaya işin tehlike ve vahametini şu sözleriyle ifade ediyor: “Allah muhafaza, bu yeni parti, din namına kurulduğu için Müslümanları birbirine düşürür ve hizmetimize zarar verir. Bu yeni partinin büyük bir fitneye vesile olacağından korkuyorum. İnsanlar zahire bakarlar ve siyasetin cazibesine kapılırlar. Bazı dostlarımızın bu kudsî hizmeti bırakıp siyasete gireceğinden endişe ediyorum.” (Bu ifadeler, hâlâ, Kırkıncı Hocanın hatıralarında mevcuttur.)

Ve Zübeyir Ağabeyin korktuğu, tehlikesine işaret ettiği şey, evvelâ bütün dindarların, sonrasında da Nur Talebelerinin başına gelmiştir. Tabiî aynı zamanda bu, ihtilâlcilerin “Demokratların beline indirilip de bir daha hiç düzeltemeyecekleri darbe” ile ahrarlar, demokratlar, tek başlarına iktidara gelememiş ve millet bu arada, hep sıkıntı içinde bocalamıştır. Bunların millete, maddî ve mânevî çok zararı olmuştur.

 Bugünlere geldiğimizde ise… Maalesef, değişik bir hâl zuhur etmiştir. Öyle ki, şimdilerde daha dünün “canciğer kardeşleri” olan Nur Talebelerinin bile o kardeşliği, parti kardeşliğinin arkasında kalmıştır. Dâvâ arkadaşlarını, aynı partiyi destekledikleri ve ne olduğu belli olmayanlara tercih edici hâller zuhur etmiş, üstelik de o has kardeşlerini, çeşitli vesilelerle suçlayıp, “niye kendi yanlarında olmadıklarını” söylemişlerdir.

Hani, yukarıda söyledik ya, yarım asır evvel, “Müslümanlar, dindarlar iş başına gelsin” diye ortaya çıkanlar, bugün “din kardeşliğini değil, parti kardeşliğini” esas almışlardır. “Ne kadar hâlis, dindar da olsan, bizim partiden olmadıktan sonra kıymeti yok. Ve ne olursa olsun, nasıl bir vaziyette de olsa, bizim partiden ise başımızın üstünde yeri var” zihniyeti işte…

Okunma Sayısı: 2699
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet özdemir

    26.4.2023 07:12:59

    Maalesef, üzücü fakat vakıa bu. Allah feraset versin

  • Hüseyin

    23.11.2021 15:58:55

    Osman kardeş, aynen yazdıklarına iştirak edip, altına imzamıda atıyorum kardeş. Allah razı olsun. Çok güzel ifade etmişsin. Kardeşliğe zarar veren bu acaip hallerden biran evvel kurtuluruz inşallah.

  • süleyman ALIÇ

    23.11.2021 10:16:01

    olaylara geniş pencereden bakınca, dün 1980 lerde "Üstad, Medrese ve Risale-i Nurun haricinde hiç bir şey bizi ilgilendirmez" diyerek güya dünyevi her şeyden ellerini çekip yeni Asya ve okuyucularını siyasetçilikle itham edip yerden yere vuranların bu günkü durumlarına bakınca; Peygamberimizin şu hadisi şerifi aklıma gelir; "Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz." (Tirmizi) Rabbim Feraset ve basiret versin

  • nahittopaloğlu

    23.11.2021 09:25:34

    S.A. Osman kardeşim, İfade ettiğiniz gibi "parti kardeşliği" Nur kardeşliğinin önüne geçmiştir maalesef. Rabb'im şahs-ı mânevîye ittibadan bizleri ayırmasın. Bir hususu hatırlatmak istiyorum, uygun görürseniz tashih edersiniz: 14 Ekim tarihli Yeni Asya'da Abdülbâki Çimiç Kardeşimiz "Bediüzzaman Hazretleri Abdülhamid Han ile görüştü mü?" başlıklı yazısında Şeyh Şamil'in, Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin de ifadelerine dayanarak bu görüşmenin gerçekleştiğini yazmıştır. Bâki selam ve muhabbetlerimle. Fî emânillah!

  • Hilal

    23.11.2021 08:22:27

    Ay Osman abi. Hiç hoşlanmadığım bir şey şu siyaset. Yine, konuyu seyir halinde çok güzel işlemişsiniz. Kaleminize kuvvet. Alkışlıyorum sizi. Bu gibi yazılara, özellikle şu son zamanlarda çok ihtiyaç var.

  • Feyzi Arslan

    23.11.2021 07:46:38

    Hutbe-i Şamiye eserinde tesbit edilen altı tane hastalıktan biri olan; "Ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek "diyor. Bu ölçü düşünülürse bunun içinde sadece o dindar bilinen parti mensupları yoktur.Çok öteden beri Türkiyedeki islamj grupların tamamı vardır.

  • Ali Yılmazcan

    23.11.2021 07:35:59

    Başlık bile birçok şeyi anlatıyor. Bütün sadeliğiyle vaziyet bu. Tebrikler

  • Ali R. Yardimoglu

    23.11.2021 03:40:54

    Nedeni(teşhis): 1, narcissistic (kendine herşeyi feda eden, kibrli ve şöhrete mübtela), 2, hem inadkar; yani bu 2 dominant genli "etrak" ırkım, kendini tedaviye boşverdiğinden, siyaseti ve tagutlarını ihya etti, katranvari nefse büründü. Çözümü: Beyinsel ve belki biological therapy ile, tagutdan kendini arındırmak, bilmişlikten kurtulmak.

  • Necati

    23.11.2021 03:30:44

    Bu zamanda cihanı ve alemi sarsacak o kadar dehşetli cereyanlar var ki, samimi müslümanlar dahi ehl-i dalalete taraftar olmak gibi büyük hatalara düşüyorlar.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı