Risâle-i Nur Talebelerinin aralarındaki sağlam münasebetin menbaı olan bu iki eserden, İhlâs Risâlesi için Üstadın emri, tahşidatı da vardır: “Lâakal (en az) onbeş günde bir okunmalıdır.”
Bursa aylık meşveretinde âdet olmuştur. İhlâs Risâlesi’nden bir parça okunmadan meşverete başlanmaz. Bundan birkaç sene öncesine kadar bir ve beraber olduğumuz arkadaşlarla, bir müddet sonra nizâ baş göstermeye başladı. Yeni Asya çizgisinden ayrılacakları tebeyyün etmişti. Artık, son zamanlardaki meşveretlerin tadı ve huzuru kalmamıştı. İhlâs Risâlesi okunuyor, ondan sonra da âdeta o düsturların tersine hareket edilip, neredeyse işi, kavgaya götürmeye bile çalışanlar oluyordu. Bu duruma bizim canımız çok sıkılıyordu. Kardeşlik hukuku zîr-ü zeber olmuş, tad kaçmıştı. Yine bir meşveret başlangıcında, İhlâs Risâlesi okunmaya başlanırken dedim ki, ”Arkadaşlar, İhlâs’ı okumayalım. Biraz sonra kavga gibi münâkaşa edeceksek, hiç faydası yok. Okuyup tatbik etmedikten sonra ne işe yarar?” Herkes şaşırdı tabiî. Yine de okundu, ama akabinde, dediğimiz gibi de oldu.
Hakikatten de, bu iki eser, o kadar te’sirli ve muazzamdır ki, cemiyet hayatının tanziminde, huzurun ve sulhun temininde, onların düsturlarıyla hareket edince, ortalık gül gülistan olacaktır. Bırakın Müslümanları, bu eserleri okuyan Hıristiyanlar tarafından dahi, bu tasdik edilmektedir.
İhlâs ve Uhuvvet Risâlelerini, cemaate okuyan birisi, eğer kendi nefsinde bunu tatbik etmiyor, enaniyetinden vazgeçmeyip, karşısındakini muhatab alıp, ona nasihat vermeye çalışıyor ve kendi nefsi, ondan bir hisse almıyor, “bir buz parçası nev’indeki şahsiyet ve enâniyetini, o havuz içine atıp eritmiyor”, nefis ve şeytanın beraber yattığı derin dondurucuya koyuyorsa, yazık ona! Çaresi bulunmayan en büyük hastalıklardan biridir bu enaniyet.
Aslında, bütün dünya Müslümanları, İhlâs ve Uhuvvet Risâlelerini hakkıyla okuyup, en başta nefislerinde, sonra da, dar daireden başlayarak en geniş dairedeki âlemlerinde tatbik etseler; hem kendileri, hem âlem-i İslâm, hem de dünya halâsa vâsıl olur.
Türkiye’deki Müslümanlar da, bu şahane prensiplerle hareket etseler, İhlâs ve Uhuvvet Risâlelerini okuyup tatbik etseler, inanın, Türkiye huzura gark olur.
Eski Nurcular, kardeşi için fâni olup, şerefiyle şereflenip, dünya ve âhiret işlerinde bile kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederlerdi. Şimdiki Nurculara ne oldu anlamadım? On hasiyetten birisi bozuk olan bir kardeşine; düşmanca, hasmane tavır almak, dedikodusunu, gıybetini yapmak, elinden gelse bir kaşık suda boğacak hâle gelmek, hangi kitabın, neresinde yazıyor?
Gelin kardeşler, etmeyin, eylemeyin! Dün can-ciğer olduğunuz kardeşinizi, bugün ciğerinden vurmayın! Bütün sizleri bu hâle getiren şeyin, (ikisi de rahmetli olan) Zübeyir Ağabeyin, Kırkıncı Hocaya söylediği o tarihî sözlerinde gizli olduğunu bilip, “muhabbet fedâisi” sıfatınızı kaybetmeyip, kardeşlerinizle yine hemhâl olun! Ettiğiniz kusuru da, Cenab-ı Hakk, inşâallah affeder.