“İstibdad, zulüm ve tahakkümdür.
Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz.
Zira husûmette fenalık var, husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız.
Zira, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz...” (Divan-ı Harbi Örfi - 15)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bindokuzyüzlü yılların başlarında İstanbul’da Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu görmüş ve hastalığı tesbit ederek tedavi yollarını zamanın idarecilerine ve başta padişah olmak üzere yetkililere iletilmek üzere çeşitli fırsatta cehalet, zaruret ve ihtilâfın üç büyük belâ ve düşman olduğunu bu üç düşmana karşı koymanın ise marifet, sanat ve ittifak ile mümkün olacağını belirtmiştir.
Ne yazık ki o zamanın idarecileri ve günümüz yöneticileri bu ikazlara pek önem vermemiş toplumun çöküşüne göz yummuşlar. İstibdat ise zulüm ve tahakkümdür diyerek, meşrûtiyetin adalet ve şeriat olduğunu belirtmiştir.
Günümüz yöneticilerimizin bu esaslara dikkat etmesi bizi medeni dünya ile bütünleştirecek ve hürriyet ile birlikte ülke insanlarımızın rahatlaması sağlanmış olacaktır.
Hem de içeride bütün halkın birlik ve beraberliği sağlanıp dış düşmanlara fırsat verilmemiş olacaktır.