Deniz fenerleri dimdik dururlar.
Işıklarıyla yol göstericidirler. Deniz sularının ortasındadırlar. Devamlı denizin dalgalarına maruz kalırlar. Her zaman yazmaya mecbur ve mahkûmdurlar. Güneş ve karanlıklar onların alın yazısıdır. Kimseden yardım almaz ve istemezler. Aydınlatır, haber verir, işaret ederler her zaman yardımcı olurlar.
İnsanlar şu deniz fenerlerinin hiç olmazsa bir özelliğine sahip olabilmeli ve insan olduğunun farkına varabilmelidirler. Mü’min, muvahhid ehl-i iman ve ehl-i Kur’ân Müslümanlar ise muhakkak bu özelliklerin hepsine sahip olabilmeyi kendilerine hedeflemeli ve sahip de olabilmelidirler.
İnsanların büyük bir hırsla, istekle ve gayretle arzu ettikleri şan, şöhret, mal mülk şatafatı yerine; deniz feneri gibi hem kendilerini, hem de başkalarını aydınlatacak değerleri, kıymetleri elde etmeye ve bunları yaşayabilmeye ve faydalanmaya ve faydalandırmaya kendilerini şartlandırmaları, yöneltmeleri ve kenetlemeleri şarttır.
Bu dünya hayatının karanlıklı ve yalancı aydınlığının peşinden koşmaktansa; insanın ve özellikle de ehl-i imanın kendisini aydınlatmak, nurlandırmak ve bu sayede iki dünyasına da deniz feneri olmak arzu ve isteği olmalı ve en kısa zamanda hayata geçirilmelidir.
Herkesin evvelâ ve gerçekten kendisinin deniz feneri özelliklerini elde etmesi şarttır. Bu onun “enesini”, “gururunu”, “enaniyetini”, “kendini beğenmişliğini”, “Hodfürûşluğunu”, “hodperestliğini”, “hodendişliğini” kıracak en önemli yapacağı bir tavır, davranış ve hareket olur.
Deniz feneri olma yolunda enaniyeti terk etmek ve bu yolda “nahnü, biz” özelliklerine sahip olarak Allah yolunda, Allah’ın rızası için gayrette bulunmak; hizmet-i Kur’âniye ve imaniyenin kudsiyeti noktasından çok ehemmiyetlidir. Çünkü, “Enaniyetini terk etmeyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.” (Mektubat, Bediüzzaman)
Hayatı bu dünya da değil de ebedî âlemde de bir bitmeyen yolculuk olarak kabul ederek; deniz feneri dinin, ahlâkın, Kur’ân’ın, İslâmiyetin güzel ve daima yapılması tercih edilecek gözde ve ruhda kurallarını yapmayı, tatbik etmeyi ve uygulamayı bırakarak küçücük enaniyeti timsali; “kafa fenerciğimize” yapışmayı ve onu dinlemeyi, onun emrine girmeyi ve bunlarla amel etmeyi hiçbir zaman tercih etmemeliyiz. Nefsin ve şeytanın; küfrün ve dalâletin tuzaklarına düşmemeliyiz. Mü’min ve muvahhid ehl-i imana yakışan ve uygun olan da bu kadar inşallah.