İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) ispat eden delillerden biri de tevhiddir. Evet, meratibiyle tevhid bayrağını kâinatın en üst tepesi üstünde dikmiş olan ve enzar-ı âleme karşı makamlarıyla beraber tevhide dellâllık eden ve enbiyanın mücmel bıraktıkları hakaikı tafsilâtıyla beyan eden ve açıklayan, ancak ve ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Binaenaleyh, tevhidin hakikat ve kuvveti nisbetinde, nübüvvet-i Ahmediye (asm) hak ve hakikattir.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen tezyinata, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkür ile hayran olsun. Sonra o sergiden Sâni’inin celâline, Mâlik’inin iktidar ve kemâlâtına intikal ile, Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi îfâ edecek, insandır. Çünkü insan gerçi cahil, zulmetli bir şeydir, amma öyle bir istidadı vardır ki, âleme bir enmûzec ve bir numune olmaya liyakati vardır. Hem o insanda öyle bir emanet vedia bırakılmıştır ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdid edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen küllî bir nevi şuur sahibi olur ki, Sultan-ı Ezel’in azamet ve haşmetinin şaşaasını idrak ediyor.
Evet, mâşukun hüsnü, âşığın nazarını istilzam ettiği gibi; Nakkaş-ı Ezelî’nin rububiyeti de insanın nazarını iktiza eder ki, hayret ve tefekkürle takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zat, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Kezalik, bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Mâlikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâlî bırakmayacaktır. İşte, camiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.
Mesnevî-i Nuriye, Zerre, s. 207
LÛGATÇE:
enbiya: Peygamberler.
enmûzec: Numune, örnek.
halk-ı eflâk: Feleklerin, göklerin yaratılışı.
hüs(ü)n: Güzellik.
ille-i gaiye: Bir şeyin vücuda gelmesi noktasında asıl sebep, maksat.
istihsan: Güzel bulma, beğenme.
istilzam: Gerektirme.
meratib: Mertebeler, basamaklar.
Nakkaş-ı Ezelî: Ezelî nakkaş; her şeyi zatına has olarak nakış nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah.
nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliği.
rububiyet: Rablık, Cenab-ı Hakk’ın terbiye ediciliği.
Sâni’: Her şeyi sanatlı olarak yaratan Allah.
semere: Meyve, netice.
tahsin: Beğenme, güzel bulma.
tefekkür: Fikretme, düşünme.