Salih, kırk iki yıllık yoğun bir çalışmanın ardından emekli oldu.
Uzun ve yorucu iş hayatını geride bırakırken mesai arkadaşlarını, masasını, makamını ve rütbelerini de arkasında bırakmıştı. Son kez masasına baktığında kendi kendine, “Artık dinlenme zamanın geldi,” dedi. Böylece kurumuyla tüm bağlarını koparıp üzerindeki sorumluluk yükünü omzundan attı.
Emekliliğinin ilk ayında gönlünce dinlendi; istediği kadar uyudu, daha önce gidemediği yerleri gezdi, evde yarım kalan işlerini tamamladı. Ancak bir ayın sonunda kendini kuru bir ağaç gibi hissetmeye başladı. Yıllarca birlikte çalıştığı arkadaşları mesaideyken o, bir kahve köşesinde yalnız başına tatsız tuzsuz çayını yudumluyordu. Artık o arkadaşlarıyla kısa da olsa sohbet edemiyor, onları göremiyordu. Her gün biraz daha artan bir yalnızlık boğazını sıkmaya başlamıştı.
Günlük olayları konuşacak, fikir alışverişinde bulunacak birini aradı ama onu gerçekten anlayacak kimseyi bulamadı. Şunu acı bir şekilde fark etti: Çalışırken sahip olduğu makamdan gelen gücü kaybedince, sonbaharda yere düşen bir yaprak gibi toplumun sahnesinden de uzaklaşmıştı. Elektriği kesilmiş bir bilgisayar gibi işe yaramaz hissediyordu. Emekli olurken sanki sadece işinden değil, hayatın kendisinden de emekli olmuştu. İki ayın sonunda kendini buruşmuş bir kâğıt gibi hissediyor, günleri geçmek bilmiyordu.
Bir gün can sıkıntısından kitap okurken telefonu çaldı. Arayan, emekli bir arkadaşıydı. Hal hatır sorduktan sonra neler yaptığını merak etti. Salih, günlerinin zor geçtiğini söyledi. Arkadaşı, zaman zaman buluştukları bir dershanede kendisini beklediğini belirtti.
Ertesi gün Salih, randevu saatine geç kalmamak için erkenden yola çıktı. Uzun zamandır uğramadığı dershaneye girdiğinde içeride yaklaşık on kişi vardı; hepsi de emekliydi. Selâm verip boş bir kanepeye oturdu. Onu davet eden arkadaşı, “Nerelerdesin, görünmüyorsun. Biz her gün burada toplanıp Risale-i Nur okuyoruz,” dedi. “Öğle namazından kısa bir süre sonra gelir, bir saat kadar kitap okuruz. Herkes sırayla beşer dakika okur. Ardından çay ve sohbet faslı başlar; ikindi namazını cemaatle kılıp günü bitiririz.”
Salih o gün kimseye belli etmeden, yeniden doğmuş gibi sevindi. Bu sevinç ona uzun zamandır hissetmediği bir canlılık verdi. Artık sabahları uyandığında yapacak bir işi vardı.
Sonraki günlerde dershanedeki buluşmalara düzenli olarak katıldı. Yıllar önce okumayı ertelediği Risale-i Nur eserlerini okudukça hem ruhunda, hem zihninde yeni bir hayatın filizlendiğini hissetti. Zamanla programına günde bir cüz Kur’ân okumayı ve evde kitap incelemelerini de ekledi.
Bir yılın sonunda Salih’in artık boş vakti kalmamıştı. Sokaklarda amaçsız dolaşmıyor, her saatini planlı geçiriyordu. Yaşının getirdiği sağlık sorunlarına rağmen kendini gençlik yıllarından bile daha zinde hissediyordu. Üstelik on beş kişilik samimî bir arkadaş grubuna sahip olmuştu.
En güzeli de bu insanların bir araya geliş amacıydı: sadece Allah rızası için birlikte olmak. Salih artık biliyordu; evet, emekli olmuştu ama hayattan emekli olmayı hiç düşünmüyordu.