Güya şu güneş, bizlerle konuşuyor. Der: “Ey kardeşlerimiz!
Tevahhuşla sıkılmayınız. Ehlen sehlen, merhaba, hoş teşrif ettiniz. Menzil sizin; ben bir mumdar-ı şehnaz.
“Ben de sizin gibiyim; fakat safî, isyansız, mutî bir hizmetkârım. O Zat-ı Ehad-i Samed ki, mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pürnur etmiş. Benden hararet, ziya; sizden namaz ve niyaz.”
Yahu, bakın kamere. Yıldızlarla denizler, her biri de kendine mahsus birer lisanla, “Ehlen sehlen, merhaba,” derler. “Hoş geldiniz, bizi tanımaz mısınız?”
Sırr-ı teâvünle bak, remz-i nizamla dinle. Her birisi söylüyor: “Biz de birer hizmetkâr, rahmet-i Zülcelâl’in birer âyinedarıyız; hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.
“Zelzele naraları, hâdisat sayhaları sizi hiç korkutmasın, vesvese de vermesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkâr, bir demdeme-i tesbih, velvele-i naz ü niyaz.
“Sizi bize gönderen o Zat-ı Zülcelâl, ellerinde tutmuştur bunların dizginlerini.” İman gözü okuyor yüzlerinde ayet-i rahmet, her biri birer avaz.
Ey mü’min-i kalb-i hüşyar! Şimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler. Onların bedeline hassas kulağımızı imanın mübarek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir saz.
Evvelki yolumuzda bir matem-i umumî, hem vaveylâ-i mevtî zannolunan o sesler, şimdi yolumuzda birer nevaz ü namaz, birer avaz ü niyaz, birer tesbihe ağaz.
Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer manidar nevaz.
Terennümat-ı hava, naarat-ı ra’dıye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların secaatı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.
Eşyada olan asvat, birer savt-ı vücuttur; “Ben de varım” derler. O kâinat-ı sâkit, birden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”
Tuyurları söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-u rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük ağazlarıyla rahmeti alkışlarlar. Nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.
Remzen onlar derler: “Ey kâinat, kardeşler! Ne güzeldir hâlimiz, şefkatle perverdeyiz, hâlimizden memnunuz.”
Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer avaz-ı pürnaz.
Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir; iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu; nizam ise tard eder ittifak-ı evhamsaz.
Sözler, s. 831
LÛGATÇE:
civcive: Cıvıltı, cıvıldaşma.
demdeme: Gürültülü, yüksek ses; hiddetli ses.
gamgama: Haykırma, bağırma; dalga sesleri.
hezecat: Ezgiler, nağmeler.
mumdar-ı şehnaz: Çok güzel ışık verici, ışık veren güzel.
musahhar-ı pürnur: Nur saçan hizmetkâr.
naarat-ı ra’dıye: Gök gürültüsünün bağırmaları.
nağamat-ı emvac: Dalgaların nağmeleri, sesleri.
nevaz: Okşayan, taltif eden, hoşlandıran.
ra’d: Gök gürültüsü.
rakraka: Gürleme, gürültü.
sırr-ı teâvün: Yardımlaşma sırrı.
tıktıka: Taşların çıkardığı sesler.
velvele-i naz ü niyaz: Allah’a yalvarma ve dileklerini sunmaktan doğan coşkulu sesler.
zemzeme: Ahenkli güzel ses.