Ve keza, Sâni-i Âlem’in her şeyi içine almış ve her şeyi istilâ ve istiab etmiş bir rahmet-i vâsiası vardır.
Validelerin, hatta bir cihette nebatatın evlâdına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının sühulet-i rızıkları, o rahmet deryasından bir katredir. O bahr-i rahmetin azametiyle, şu fânî dünyada, bu kısa ömürde, şu kadar zahmet ve belâlarla karışık, zâil ve gayr-i sabit olan şu nimetler ve ebedî bekayı isteyen insanlar arasında münasebet yoktur. Ve aynı zamanda, iade edilmemek üzere zeval, nimeti nikmete, şefkati zahmete, muhabbeti musibete ve lezzeti eleme ve rahmeti zıddına kalbeder.
• Ve keza, âlemde görünen tasarrufattan anlaşılıyor ki, Sâni-i Âlem’in pek yüksek, celâlli, izzetli bir haysiyeti vardır ki; ubudiyetle Sâni’i tazim etmeyenlerin veya istihfaf edenlerin te’diplerini, tehir ve imhal etse bile, ihmal etmez.
• Ve keza, o Sultanın emirlerini, nehiylerini kıymetsiz görüp iman ile imtisal etmeyenler ve ibadetle kendilerini sevdirmeyenler ve şükran ile hürmette bulunmayanlar için, rububiyetin ebedî karargâhında elbette bir dâr-ı mükâfat ve mücazat olacaktır.
• Ve keza bütün mahlûkatta görünen hüsn-ü sanatlar, intizamlar ve ihtimamlardan ve her şeyde takip edilmekte olan maslahat ve faydalardan anlaşılıyor ki, kâinat taht-ı tasarrufunda bulunan Sâni-i Zülcelâl’de pek büyük bir hikmet-i amme vardır ki, itaat ile iltica edenlerin büyük taltif ve in’amlara mazhar olacakları, o hikmet-i ammenin iktizasındandır.
• Ve keza, görünüyor ki, her şey lâyık mevkiine vaz’ ediliyor. Ve her hak, hak sahibine veriliyor. Ve her ihtiyaç sahibinin hâceti, istediği gibi yapılır. Ve her sual edenlerin matlubları
–bilhassa istidad lisanıyla veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla veya ıztırar ve zaruret lisanıyla olsun– cevaplandırılıyor. Böyle eserleri görünen bir adalete, bir mahkeme-i kübra lâzımdır ki, rububiyetin hâkimiyetiyle hukuk-u ibâd muhafaza edilsin. Çünkü fânî olan şu dünya menzili, o büyük adalet-i hakikiyeye mazhar olamaz. Öyle ise o büyük Sultan-ı Âdil için bir Cennet-i bâkiye, bir Cehennem-i daime lâzımdır.
Mesnevî-i Nuriye, s. 53
LÛGATÇE:
gayr-i sabit: sabit olmayan.
hukuk-u ibâd: kulların hukuku, hakları.
imhal etmek: mühlet vermek, ertelemek.
imtisal: emre tamamen uyma,
gerekeni yapma.
istiab: içine alma, içine sığdırma,
kapsama.
mahkeme-i kübra: en büyük mahkeme.
nikmet: şiddetli ceza, eza vererek
cezalandırma, öç alma.
rububiyet: Cenab-ı Hakkın her zaman, her yerde, her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idaresi altında bulundurması vasfı.
Sâni-i Âlem: dünyayı sanatla
yaratan Allah.
ubudiyet: kulluk, ibadet.
zâil: devamlı ve kalıcı olmayan, sona eren, yok olan.
zeval: yok olma, yok edilme,
ortadan kalkma.