Gözleri küsuf tutmuş bazı adamlar, gözleri önünde vukua gelen gayr-i mahdud hususî haşr ü neşirleri kör gözleriyle gördükleri halde kıyamet-i kübrayı ve haşr-i umumiyeyi nasıl istiğrab ediyorlar? Acaba çiçek açıp semere veren ağaçlarda her sene icad edilen meyvelerin haşr ü neşirlerini gördükten sonra, haşr-i umumîyi istib’ad eden sıkılmaz mı? Eğer onlar şuhudî bir yakîn ile haşr-i umumîyi görmek isterlerse, akıllarını da beraber bulundurmak şartıyla, yaz mevsiminde küre-i arz bahçesine girsinler. Acaba ağaç dallarından sallanan o tatlı, ballı, nazif, latif kudret mu’cizeleri o mahlûkat-ı latîfe, evvelkisinin, yani ölüp giden semeratın aynı veya misli değil midir?
Eğer insanlarda olduğu gibi o meyvelerde de vahdet-i ruhiye olmuş olsa idi, geçmiş ve gelen yeni meyveler birbirinin aynı olmaz mıydı? Fakat ruhları olmadığı için, aralarında ayniyete yakın öyle bir misliyet vardır ki, ne aynıdır ve ne de gayr keyfiyeti gösterir. Acaba semerattaki bu vaziyeti gören, haşri istib’ad edebilir mi?
Ve keza, manevî asansörler ile lâzım olan erzak ve gıdalarını ağacın yüksek dallarına çıkartmakla, tebessümleriyle arz-ı didar eden dut ve kayısı gibi meyveleri kuru ve câmid bir ağaçtan ihraç ve icad etmekle o kuru ağacı acib bir vaziyete ve hayattar antika bir şekle koyan kudret-i ezeliyeye haşr-i umumî ağır gelir mi? Hâşâ! Bu latif, nazik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Bu bedihî bir meseledir; fakat gözleri kör olanlar göremiyorlar.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Kur’ân-ı Mu’cizü'l-Beyan’ın her bir suresi, bütün Kur’ân’ın münderecatını icmalen ihtiva ettiği gibi, sair surelerde zikredilen makàsıd ve mühim kıssaları da tazammun etmiştir. Bundaki hikmet, Kur’ân’ı tamamen okumaya vakti müsait olmayan veya ancak bir kısmını veya bir suresini okuyabilen insanlar, Kur’ân’ın hepsini okumaktan hâsıl olan sevaptan mahrum kalmamasıdır.
Evet, mükellefîn arasında bulunan ümmîler ancak bir sureyi okuyabilirler. İ’caz-ı Kur’ân onları da tam sevap kazanmaktan mahrum etmemek için, bu nükte-i i’caziyeyi takip ederek bir sureyi tam Kur’ân hükmünde kılmıştır.
Mesnevî-i Nuriye, Zeylü'l-Hubab, s. 122
LÛGATÇE:
câmid: ruhsuz, cansız.
gayr-i mahdud: hudutsuz, sınırsız.
haşr ü neşir: dirlip toplanıp dağılma, toplanıp yayılma.
haşr-i umumî: bütün varlıkların kıyamet gününde öldükten sonra tekrar diriltilip toplanmaları.
i’caz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği, yüksek ve
erişilmez ifadesi.
istib’ad etmek: akıldan uzak görmek.
istiğrab: garip bulmak, şaşırmak ve hayret etmek.
küre-i arz: dünya, yeryüzü.
küsuf: güneş tutulması.
mükellefîn: sorumlu ve yükümlü olanlar.
şuhudî: açıkça, gözle görür derecede.
ümmî: okuma yazması olmayan, okumamış.
vahdet-i ruhiye: ruh birliği.