Günlük hayatta kimi zaman çok bariz olan hakikatler gözden kaçar. Çünkü insan gözü, her an gördüğünü fark etmeyebilir. Göz önünde olmak, her zaman “görülmek” anlamına gelmez. İşte tam da bu duruma işaret eden veciz bir cümleyle karşılaşırız Risale-i Nur’da: “Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan!”
Bu ifade, Allah’ın varlığının ve kudretinin kâinattaki apaçık tecellilerine rağmen bazı insanlar tarafından fark edilememesini anlatır. Bu durum ilk bakışta çelişkili gibi görünse de aslında büyük bir hakikati içinde barındırır: Bir şey bazen o kadar açıktır ki, görünmez hâle gelir.
Bediüzzaman Said Nursî, bu hakikati “30. Lem’a”da şöyle ifade eder: “Bazen şiddet-i zuhurundan görünmüyor. Güneşin ziyası, her şeyi gösterdiği halde, bizzat zatı görünmüyor. Zira şiddet-i zuhur, bir nevi istitarı (gizlenmeyi) iktiza eder.”
Güneşin ışığı, gündüz vakti her şeyi aydınlatır; ama o parlaklık içinde biz doğrudan güneşi göremeyiz. Baktığımızda göz kamaşır, bir perde oluşur. Güneşin kendisi değil, ışığının şiddeti gözümüzü engeller. İşte Allah’ın kudreti, rahmeti ve hikmeti de tıpkı güneş ışığı gibi kâinatı kuşatmıştır. Fakat gaflet, alışkanlık ve dünyevî meşguliyetler bu apaçık hakikati görmemize mani olur.
Bir başka yerde, 24. Mektub’un Dördüncü Zeyli’nde, Bediüzzaman şöyle der: “Şems-i Ezelî, şiddet-i zuhurundan gizlenmiştir. Her şeyde tecellisi vardır. Lâkin gaflet nazarı göremiyor.”
Burada “Şems-i Ezelî” (Ezelî Güneş) ifadesiyle Allah (cc) kastedilir. Yani Allah, başlangıcı olmayan bir varlıktır ve tıpkı güneş gibi, her şeyi aydınlatan bir kudrete sahiptir. Bu aydınlık, her şeyde görünür. Bir çiçekteki estetik, bir kar tanesindeki geometri, bir anne şefkatindeki sıcaklık… Hepsi O’nun isimlerinin ve sıfatlarının birer yansımasıdır. Ne var ki, “gaflet nazarı” bunları göremez.
O hâlde mesele, görmek değil; nasıl baktığımızdır. Her gün doğan güneşe bakan göz, onu sıradanlaştırabilir. Ama tefekkür eden bir nazar, o ışıkta hikmeti, rahmeti ve birliği temaşa eder.
Risale-i Nur’un daveti işte bu noktada başlar: Gafleti bırak, bakışını derinleştir, sıradan sandığın şeylerin ardında sonsuz bir kudreti gör.
Zira Allah’ın varlığı bir sır değil, tam tersine bir aşikârlıktır. Lâkin bu aşikârlık, görebilmek için kalp gözü, tefekkür nazarı ve bir nebze uyanıklık ister.
Bazen bir çiçeğe dikkatle bakmak, bir arının kanat çırpışını izlemek ya da bir çocuğun tebessümünü tefekkürle seyretmek bile bu perdeleri aralayabilir.
Belki de bu yüzden Bediüzzaman, dua eder gibi seslenir:
“Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan! Kalbimi ve nazarımı gafletten uyandır. Zatını göremesem de, esmalarının nuru altında Seni tanıyayım.”