İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyadan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fânî olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Evet, ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur’ân-ı Hakîm’in “[Her nefis ölümü tadıcıdır. (Âl-i İmran Suresi: 185; Enbiya Suresi: 35; Ankebut Suresi: 57)]”; “[Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler. (Zümer Suresi: 30)]” gibi ayetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne, nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup, uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevâidi pek çoktur. Hadiste [...] “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” [Tirmizî, Zühd: 4, Kıyamet: 26] diye bu rabıtayı ders veriyor.
Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için bu rabıtayı ehl-i tarikat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki akıbeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hâzıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hâzırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.
İkinci sebep, iman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm’in hâzır, nâzır olduğunu düşünüp, Ondan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmekle o riyadan kurtulup ihlâsı kazanır.
Her ne ise, bunda çok derecat, meratib var. Herkes kendi hissesine göre ne kadar istifade edebilse o kadar kârdır. Risale-i Nur’da riyadan kurtaracak, ihlâsı kazandıracak çok hakaik zikredildiğinden, ona havale edip burada kısa kesiyoruz.
Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a, s. 278
LÛGATÇE:
fevâid: faydalar.
Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
ihlâs-ı etem: tam ve mükemmel ihlâs.
iman-ı tahkikî: iman esaslarına, araştırarak ve bilerek tam inanma.
lemaat: lem’alar, parıltılar.
marifet-i Sâni’: bütün kâinatı tam bir hüner ve sanatla vücuda getiren sanatkârın, Cenab-ı Hakkın tanınması.
masnuat: sanatla yapılmış şeyler; tüm varlıklar.
müessir: tesirli, etkili.
rabıta-i mevt: ölümünü düşünerek dünyanın fânî olduğunu mülâhaza etmekle nefsin desiselerinden kurtulma.
riya: iki yüzlülük, bir işi Allah rızası için değil de gösteriş için yapma.
sülûk: nefsi düzeltmek ve vuslata ermek amacıyla tasavvuf yoluna girme, bu yolun gerektirdiği şartları, edep ve rükünleri yerine getirmeye başlama.
tevehhüm-ü ebediyet: fani dünyada ebedî yaşayacağını, sonsuza kadar kalacağını zannetme.
tûl-i emel: sonu gelmez arzu, tükenmez hırs, tamah.
zaman-ı hâzır: şimdiki zaman.