Birinci Meyve, Hâlık-ı Kâinat olan Zat-ı Akdes’e baktığı gibi, İkinci Meyve dahi kâinatın zatına ve mahiyetine bakar.
Evet, sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder ve mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır ve mahlûkatın netice-i hilkatleri takarrur eder ve masnuatın kıymetleri bilinir ve bu âlemdeki
makàsıd-ı İlâhiye vücut bulur ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatleri ve sırr-ı icadları tezahür eder ve bu dehşetengiz tahavvülât içinde kahharâne fırtınaların hiddetli, ekşi simaları arkasında rahmetin ve hikmetin güler, güzel yüzleri görünür ve fenâ ve zevalde kaybolan mevcudatın, neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücutları, kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp sonra gittikleri bilinir. Ve kâinat, baştan başa gayet manidar bir kitab-ı Samedânî ve mevcudat, ferşten Arşa kadar gayet mu’cizâne bir mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye ve mahlûkatın bütün taifeleri, gayet muntazam ve muhteşem bir ordu-yu Rabbanî ve masnuatın bütün kabileleri, mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyarata kadar, Sultan-ı Ezelî’nin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi ve her bir şey, âyinedarlık ve intisab cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları ve “Seyl-i mevcudat ve kafile-i mahlûkat nereden geliyor ve nereye gidecek ve ne için gelmişler ve ne yapıyorlar?” diye halledilmeyen tılsımlı suallerin manaları ona inkişaf etmesi, ancak ve ancak sırr-ı tevhid iledir. Yoksa, kâinatın bu mezkûr yüksek kemâlâtları sönecek ve o ulvî ve kudsî hakikatleri zıtlarına inkılâb edecek.
Şualar, İkinci Şua, s. 23
LÛGATÇE:
âlem-i şehadet: gözle gördüğümüz, şahit olduğumuz âlem, kâinat.
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın ve onun içinde olan her şeyin yaratıcısı, Cenab-ı Hak.
kitab-ı Samedânî: hiçbir şeye muhtaç olmayan Cenab-ı Hakkın kitabı.
makàsıd-ı İlâhiye: Allah’ın maksatları, yaratıcının gayeleri.
masnuat: sanatla yapılmış şeyler.
mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye: bütün kusur ve noksanlardan münezzeh olan Allah’ın mektuplarının mecmuası, toplamı.
netice-i hilkat: yaratılışın neticesi, meyvesi.
sırr-ı vahdet: Cenab-ı Allah’ın umum eşyada birden tecellî eden birliğinin sırrı.
takarrur: yerleşme, kararlı hale gelme.
Zat-ı Akdes: en mukaddes zat, her türlü kusur ve noksandan uzak ve pak olan zat; Allah.
zîhayat: hayat sahibi.
zîşuur: şuur sahibi.