Evet, daha önce ölüm hakikatini bu kadar düşünmemiştim. Risale-i Nur’dan okuduğum yerler bu derece teselli etmemişti beni. İşte bu garip halet-i ruhiye, daha derine girmeme vesile oldu. Yani demem o ki, garip haller ve hislerdeyken, hakikatlerin ortaya çıkması daha kolay oluyor. O anları kaçırmayın, alın elinize Risale-i Nur, teselli arayın. Derman
derdin içinde saklı...
Bazen oluyor ki çok garip hallere bürünüyoruz. Ne olduğunu biz bile bilemiyoruz, ama kendimizi garip hissediyoruz. İşte bu garip halet-i ruhiyeler önemli. Çünkü Üstad Hazretlerine en çok, garip halet-i ruhiyedeyken açılıyor hakikatler.
Örnek verecek olursak:
“Bu mezkûr hakikatın inkişafında bana yardım eden garib bir halet-i ruhiye...”¹
“ Bir zaman rabıta-i mevtten ve ‘el mevtü hakkun’ kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenasından gelen bir halet-i ruhiyeden kendimi acib bir âlemde gördüm.”²
“Birbiri içinde beni ihata eden dört-beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir halet-i ruhiye hissettiğimden, bir nur, bir teselli, bir rica aradım.”³
Evet, Eski Said’i Yeni Said’e çeviren hakikat de garip halet-i ruhiyeden doğmuştur.
Biz de insan olduğumuz için her an her saniye ruh halimiz değişebiliyor. Ancak bazı zamanlar oluyor ki çok garip hissediyoruz. İşte o anları yakalayıp, bunu hissettiren hakikati keşfedebilirsek, başka hakikatler de arkasından açılacak. Risale-i Nur da, bu hakikatlerin açılmasında kuvvetli bir sâiktir. Ne zaman garip hissetsem, Risale-i Nuru açtığımda mutlaka bir ferah bir huzur hissederim.
Bu yazıyı yazmama sebep olan garip ruh halim ise şöyle:
Bu aralar ölüm hakikatini çok sık düşünüyordum. Ama tam idrak edemiyordum, yani yüzeysel kalıyordu. Birkaç gün önce , bir hastanenin önündeki bankta otururken, Suriyeli aile birden hastaneden çıkıp feryad etmeye başladı. Doğuma giren gelin vefat etmiş. Müjdeli haber beklerken ölüm haberi gelmiş ailesine. Bu haber karşısında, dağ gibi metanetli adamlar birden yıkıldılar. Vatanından ayrılan bir eş, sevdiğini de geride bırakmıştı artık. Duvarı yumruklayan o adamın başka nesi kaldı derken tutamadım kendimi. Çok garip oldum, bir teselli bulmak için elimdeki telefondan ölümle ilgili bahisler aradım. Şunlar çıktı karşıma:
“En evvel beni çok korkutan ölümün yüzüne baktım. Gördüm ki: Ölüm, ehl-i iman için bir terhistir; ecel, terhis tezkeresidir. Bir tebdil-i mekândır, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve kapısıdır. Zindan-ı dünyadan çıkmak ve bağistan-ı cinana bir uçmaktır. Hizmetinin ücretini almak için huzur-u Rahman’a girmeye bir nöbettir ve dâr-ı saadete gitmeye bir dâvettir diye kat’î anladığımdan, ölümü ve mevti sevmeye başladım.”4 diyor Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri.
Yani ölüm, zahirî bir ayrılık sadece. Hem orada daha mutlu olur ehl-i iman. Ruhunu Azrail gibi emîn bir ele teslim etmek de çok şirin bir hakikat. Hem bu şahs-ı manevîde olduğumuz sürece, ölsek bile günah cihetinde ölüyoruz, sevap defterimiz açık olacak inşallah.
Evet, daha önce ölüm hakikatini bu kadar düşünmemiştim. Risale-i Nur’dan okuduğum yerler bu derece teselli etmemişti beni. İşte bu garip halet-i ruhiye, daha derine girmeme vesile oldu. Yani demem o ki, garip haller ve hislerdeyken, hakikatlerin ortaya çıkması daha kolay oluyor. O anları kaçırmayın, alın elinize Risale-i Nur, teselli arayın. Derman derdin içinde saklı...
“Kur’ândan aldığım feyz ile hariçten teselli aramak değil, belki dehşet ve vahşet ve me’yusiyet aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenâb-ı Hakk’a yüzbin şükür olsun ki; ayn-ı dert içinde dermanı buldum, ayn-ı zulmet içinde nuru buldum, ayn-ı dehşet içinde teselliyi buldum.”5
Dipnotlar:
1- Şuâlar - s. 164 (yeni tanzim).
2- Lem’alar - s. 176.
3- Lem’alar - s. 512.
4- Şuâlar - s. 34.
5- Lem’alar - s. 519.