Risale-i Nur’da felsefe, müsbet ve menfî olarak iki kısma ayrılmıştır.
Çünkü müsbet felsefenin Kur’ân’la barışık olan kısımları da mevcuttur. Ancak kâinata mana-i ismi nazarıyla bakıp aklı esas alan çürük bir temele dayanan prensiple hareket ettiği için; bu felsefe hikmetine menfî felsefe denilmektedir. Bununla beraber felsefenin vahye tabî olan ve ona göre hareket eden din ile barışık olan bir kısmı da vardır ki buna müsbet felsefe denilmektedir. Risale-i Nur’da menfî felsefenin bozuk olan ve dalâlet vadilerinde dolaşan fikir akımlarının esassız ve hakikatten uzak olduğu delillerle ispatlanmıştır. Hem menfî felsefe; nefis, benlik ve enaniyeti körükleyen duygulara hemzemin teşkil ederek insanı dalâlete sürüklediğinden hem bu dünyanın hem ahiretin mahvına çalışan bir cereyandır. Halbuki Kur’ânî hikmetler, bize imanı enjekte ederek tevhid hakikatine vasıl etmekte ve bize Cenâb-ı Hakk’ın kudretine teslim ve tevekkül etmeyi öğreterek iki cihan saadetini kazandırmaktadır.
Hayat-ı içtimâiyede ise; Kur’ân ve felsefe hikmetlerinin, beşer için ortaya koyduğu düsturlar bulunmaktadır. 12. Söz’de Bediüzzaman, bu düsturlar arasındaki farklara değinerek bu düsturların neticelerine dair tesbit ve tahlillerde bulunmuşlardır.
Felsefe ve Kur’ân’ın sosyal hayat için beşere sunduğu düsturlar şunlardır:
Felsefe ehli, dayanak noktası olarak ‘kuvvet’i esas alırken, Kur’ân’ın hikmeti ‘hakk’ı esas almaktadır. Felsefe hikmetinin hedefi ‘menfaat’ üzerine kuruluyken, Kur’ân hikmetinin gayesi ‘fazilet ve rıza-i İlâhî’dir. Felsefenin hayata bakışı mücadele ve çatışmadan yanayken; Kur’ân bize yardımlaşma düsturuyla hareket etmek lâzım geldiğini aşılamaktadır. Felsefenin birlik bağı olarak esas tuttuğu merkez ‘unsuriyet, menfî milliyet’çilik iken; Kur’ân bize dinî, sınıfî ve vatanî değerlere bağlanarak istikamet sağlanacağını beyan eder. Bütün bu esasların neleri netice verdiği incelendiğinde şu veriler elde edilmektedir. Felsefe hikmeti dayanak noktası olarak kuvveti esas ittihaz ettiğinden haksız da olsa kuvvetlinin yanında olmayı tercih edecek ve bunun neticesinde mazlûmun hakkına girerek büyük bir tecavüze girişecektir. Hem menfaati uğruna her şeyi göze aldığından hayatta elde etmek istediği pek çok şeyi belki de boğuşarak elde etmeye çalışacaktır. Bununla beraber rabıta bildiği; menfî milliyetçilikten yana davrandığından başkasını hiçe saymayı normal kabul ederek vahşileşecektir. İşte bu ve bunun gibi pek çok hasaretle biten bir semeratı elde ettiğinden hem bu dünyasının hem de ahiretinin mahvıyla netice bulan bir hayat; ona şekavet-i ebedîden başka bir semere vermeyecektir. Oysa hikmet-i Kur’âniye nefsin hevesatına sed çekerek; onun yapabileceği zulümlere engel olmaktadır. Böylece ruhu derin hakikatlerle bahtiyar etmeye teşvik eden bir yol izlemekle ulvî hisleri tatmin etmektedir. Binaenaleyh Kur’ân; insanı, kemale eriştirerek hakikî insan mertebesine çıkarmaktadır.
Şerh çalışmalarınızı mail adresimize gönderebilirsiniz.
[email protected]
Kaynaklar: www.sorularlarisale.com, Sözler, s. 122.