Zülf-ü yare dokunacak netameli konuya girmek istemiyorduk. Siyasal İslâmı savunan bir gazetenin “M. Kemal’i zehirlediler” manşetini görünce, bu mevzunun önemini bir kez daha fark ettik.
M. Kemal’e mümaşaatla İsmet Paşaya hücumun; İslâmın da esaslarından olan bilimselliğe, mantıkî silsileye ve ahlâkî duruşa muvafık düşmediğini düşünüyoruz. Hatırlayabildiğim kadarıyla; M. Kemal’e dayanarak İsmet Paşaya hücum iki cephede cereyan ediyor. Biri Kemalizmi İsmet Paşa ile paylaşmak istemeyen, demokrat olmadıkları halde Demokratlara yakın saflarda yer alan hakikî Kemalistler... Diğeri kalben M. Kemal ile bir sıkıntısı olmayan bir kısım dindarlarımız. Halk Partisine ve geçmişine hücum ederken, M. Kemal’i o dönemin netameli olaylarından kurtarmak veya siyaseten Halk Partisine hücum etmek için bu çatışmayı benimseyenler.
Birinci şıktaki İsmet muarızları bu yazımızda muhatabımız değil.
Siyasal İslâmcılara gelince... Kemalistlerin din ve vicdan hürriyetlerine engel olmak üzere belli kanun ve ilkelerle dindarlara hücumu karşısında yalnızca iki şık mevcut. Ya doğruları bilimsel ölçüler ve tarihî hakikatler çerçevesinde söylemek... Buna cesaret edilemiyorsa da susmak... Üçüncü yola sapıp akla, bilime ve tarihe hakaret edercesine meseleleri tersyüz etmeye kalkışmak İslâmî prensiplerle asla bağdaşmaz...
İsmet Paşa’nın; M. Kemal’in en güvenilir birinci adamı olarak ona sadakatle yardım ettiğini Avrupalı tarihçiler bildikleri halde, siyasetleri icabı Kemalistlerle anlaşmak isteyenlerin bilmemeleri mümkün değildir. Dersim katliâmının yalnızca İsmet Paşa’ya fatura edilmesi ne kadar ilmîlikten uzak ise, siyasal İslâmcıların M. Kemal’i tek parti dönemindeki icraatlardan tenzih ederek bütün kusurları İsmet Paşa’ya vermeye kalkışmaları, o kadar tarihî realitelerden uzak düşer.
KEMALİZM, SORGULANMADAN NE DEMOKRAT OLUNUR, NE DE DİNDAR...
Gazetelerin arşivleri tarihî hakikatleri hatırlamada önemlidir. 28 Şubat dönemine gelirken, siyasal İslâmcılar tesettür yasağına karşı Zübeyde Hanım’ın resimleri ile sokağa çıkmışlardı. Latife Hanım’ın tecritte yaşatıldığını ve hatıralarının neşrine dahi izin verilmediğini nazara almayıp “eski halin tablolarıyla” hak ve hürriyet için sokağa çıkanlarla hakikî Kemalistler o günlerde istihza etmişlerdi.
1923’ten sonraki tek parti diktatörlüğünü sistem olarak sorgulamak suç mu? Bin seneden beri Kur’ân’ın bayraktarlığını yapan bir milletin bir komitenin nezaretinde çektiklerini ifade etmek suç mu? Bu dönemdeki zulümlerle milleti oyuna getirip, yüz binlerce insanın mağduriyetine sebep olan hadiseleri hatırlatmak suç mu?
Açıktan demokrasiye, millî değerlerimize, dinimize ve tarihimize itiraz eden bir dönemin bütün günahlarını İsmet Paşa’ya yükleyip diğer sorumluları, hele de baş sorumluyu ibra etmeye kalkışmak, hakikat nazarında maskaralıktır .
Bu dönemin icraatlarını sistem ve fikir bazında ele almak, en doğru metod olsa gerek. Buraya yalnızca İsmet Paşa girmez. Onunla birlikte başta o dönemin askerî bekçisi Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ile birlikte, daha yüzlerce kişi o kareye girer. Var mısınız böyle bir demokratik hesaplaşmaya?