Kâbe’de genç adamın sevdiği kıza evlilik teklif etmesi, yere diz çöküp bu teklifi daha da tiyatral hale getirmesi, arkadan ‘Alkış yok mu?’ seslenmeleri ile şovun kahkahalar eşliğinde devam etmesi sosyal medya sayfalarına düştüğünde çok büyük tenkit aldı...
Şahısları rencide etmek değil maksadımız... Fakat müslüman kesimin kendini gösterme noktasında öteden beri gözümüze takılan aşırılıklar ve absürtlüklerin anlam vermekte zorlandığımız en uç ve manidar örneğiydi... Belki genç adam hayatının en önemli kararını mukaddes mekân içinde almak, sevdiğine onaylatmak istemiş ve kendince güzel bir kurgulama yaptığını düşünmüş olabilirdi... Niyet okuması yapmadığımız gibi niyetinin halis olmadığı zehabına kapılmak da insafsız bir yargı olur.
Ancak kayda geçen ve zihne yerleşen; Mevlayı bulma yolunda Leyla’ya ilanı aşk, masivadan el çekip huzura diz çökmek yerinde mahbubuna diz çökmek, manevi feyizlere gark olmanın eşiğinde romantizmin nirvanasına ulaşmak tezatlığının tesciliydi maalesef...
Ne diyelim belki bu hal-i pür melal; İslamî hassasiyete sahip olanların sosyal medya paylaşımlarında da nerede durulması gerektiği konusunda bir ihtar olur, biraz çeki düzen verme vesilesi olur.
Bu paylaşım dindar gençlerin evlilik anlayışı konusunda topluma nasıl bir resim verdiğinin dünü bugünü hakkında bir mukayeseyi de beraberinde getirdi. Galiba çok konuda olduğu gibi burada da vasatı yakalamaktan aciz kaldığımıza şahit oluyoruz.
Facebook sayfamda yaptığım tesbiti kelimesine dokunmadan aktarıyorum... Zira amacımız bugün gelinen noktayı yererken, dünü kutsamak değil... İstikamet olanın ne olduğunu bulmak kaygısı:
Evet kabul ediyorum. Eskiden dindar gençliğin evlilik konusuna bakış ve tutumu tam bir tabu, ciddiyet, romantizmden uzak ve aşırı idealizm yüklüydü. Evlilik sanki şu dünyada yapılması zorunlu olan mükellefiyetlerden biriydi. O dönemde bizimkilerin fotoğraflarına bir bakın sanki uzaydan iki kişiyi zorla o evlendirme mekânına atmışlar ve haydi bir an önce şu ritüelleri yerine getirin denmiş gibi.
Öyle baston yutmuş gibi, öyle kazık gibi, öyle suratsız... Gülmek gülümsemek bile neredeyse hafiflikle eşdeğer...
Dışarı göstermekte takınılan bu ciddiyet saygı uyandırdığı kadar bir korkuyu da beraberinde getirir; acaba şimdi bu insanlar gerçekten birbirlerini sevdikleri için mi yoksa sırf Allah rızası denilip duygu ve uyumu tamamen dışlayan bir idealle bir araya getirilerek zoraki damat gelini oynuyorlar sorusunu sordururdu.
Ama bu sadece iç sesten ibaretti zira gerçekten ve eğer bir uyumsuzluk vaki olduysa sorgulamak yürek ister, kadere yüklenir susup kalınırdı...
Bu görüntüdeki evliliklerin İslami gençlik açısından bir cazibesi olmadığı gibi, “Acaba duygudan anlayıştan yoksun bir evlilik tehdidi benim de başıma gelir mi ki?” şüphesi ile iç kemirile kemirile bu sürece girilirdi.
Evet bu anlattığım tefrit idi... Ve dolayısıyla rahatsız edici fıtrata uymayan bir yönü vardı. Hayatının en mutlu kararını asık suratlarla kamuoyuna resmetmek dönemin mahalle baskısının ve içte bir yerlere tam yerleşmeyen çelişkilerin sonucuydu...
Düğünde; eğlence, gelinlik, evin mefruşatı, takı herşeyin İslami kriterlere göre sorgulandığı ve nedense hepsinde de gelin hanımdan tam bir riyazet ve fedakârlık beklendiği zamanlardı. Fakir genç erkeklerin sadece Müslüman olması yetiyor onlar zengin tahsilli görgülü güzel kızlarla evlenmeyi yaradılıştan kendilerine bahsedilmiş bir hak olarak telakki etmekte bir beis görmüyorlardı!
Yani İslam gelin hanımın bazı heveslerini sınırlandırabilir ama asla ve kat’a damat beye bu tahditten ufak bir esinti erişmesi söz konusu bile olamazdı!
İşte bu yüzden aynı gelin hanımın evlilik sonrası eşin 99 sülalesine yakınlık gösterme ve hizmet etme durumunun İslami hassasiyeti nedense hiç masaya yatırılan bir gerçek ve sorun olarak durmaz. Dilinden bir söz veya sitem çıkacak olsa, sorun eden tabii ki ve kesintisiz İslamı ruhuna sindirememiş(!) gelin hanım olurdu!
Evlenme rituelinde gelini bir gülümsemeden mahrum eden dini hassasiyetler ve bid’a sayılıp göz ardı edilen gelenekler evlilik arefesinde tam tersine evrilir. Damadın kölesi haline gelecek her türlü gelenek tahakküm ve aile içi baskıyla gelin hanıma dayatılırdı.
Şimdi ise gençler geleneğe pek takılmıyorlar. Evlilik konusunda da bir çok tabuyu yıkmış görünüyorlar.
Fakat bu kez de ne İslami hassasiyet kalıyor ortada ne asırlık gelenekleri tevarüs ettiren o ince güzellikler...
Varsa yoksa takkeli, başörtülü, tektaşlı, camili, Kabeli şovlar. Neşeli günler bol gülüşler. Çok edebiyat bol şımarıklık. Ve ne çok aşkımlı aşkitomlu Instagram’da resimler.
Bu da ifratın dibi...
İşin suyunu çıkarmanın dikalası. Ya vasat diye birşey var... Hani denge... hani herşeyi tadında bırakmak...
İşte bu oldu mu gelenek de yürür, İslamın verdiği ruhsatlar da görülür. Sonunda şöhreti yakalayan varoş ünlüsü kız gibi kendini teşhir ve ispata gerek yok. Asık suratlı gelinden bol kırmızı ruj sürülmüş dudaktan 32 dişi görülen geline ışınlanıyoruz birdenbire... Niye ki?
Ne gerek var şöyle biraz utangaç ve saygı uyandıran gülümseme diye birşey var. Orada dursak olmuyor mu? O halde biraz sakin ve biraz yavaş!
Güzel gösterin halinizi ki güzel görünsün. Güzel düşünülsün. Yoksa “En güzel görüntülü evlilik teklifini ben yapacam, en güzel görüntüyü ben verecem” derken böyle rezil olup dillere düşmek var!