Abdullah Cevdet, ‘İçtihat’ dergisini çıkardığı dönemde müslüman toplulukların geri kalmışlıktan kurtulması ve Avrupa medeniyeti seviyesine ulaşması için ne yapılması gerektiği konusunda anket yapmış, bir Fransız edebiyatçı yöneltilen soruyu şu kısa cümle ile cevaplamıştır: ‘Kur’ân’ı kapa ve kadınları aç!’
Batılılaşma çabaları içinde batıcı aydın! dediğimiz kesimin garbın bütün uygulamalarını sorgusuz sualsiz alma gayretinde Kur'ân'ı bir engel olarak gördüklerinin manidar bir sloganıdır bu ifade...
Batının kadın hürriyeti konusunda sicilinin temiz olmadığını anlamak için 8 Mart'ın doğuş hikâyesi yeterli bir belgedir. Amerika'nın New York şehrinde dokuma işçisi olarak çalışan on binlerce kadın düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma şartlarını protesto etmek için 8 Mart 1857 tarihinde grev başlatır. Fakat polis işçileri engellemek için sert tedbirlere başvurur ve onları fabrikaya kilitler... Fabrikada çıkan yangın sonucunda çoğu kadın 129 işçi ölür...
Bu hadise birçok protesto ve hak mücadelesinin başlangıç sebebi oldu... Yıllar süren kadın emekçiler ve sosyal güvenceleri meselesi gündeme taşındı... En nihayet BM Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 yılında 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" olarak kabul etti.
Sanayi İnkılâbını içine alan 19. yüzyıl ve sonrası asır batının tamamen seküler bir zihniyetle semavi dinleri dışlayan çağdaşlık! örnekleriyle doludur.. Hususen Rusya'da kadın erkek eşitliği meselesi kadına ağır yük yükleyen ve cemiyeti büyük sefahate sürükleyen raddelere varan çirkin misalleri burada yazmaya el varmaz...
Kısaca Batının kadın istismarının en acı örnekleri kadın hareketlerinin başlama noktasına ve en nihayet feminizm durağıyla aile, evlilik, çocuk kavramlarından soyutlanmış yeni bir kadın kimliğine doğru gidilmesini netice vermiştir... Kadın hürriyeti ve eşitlikten anlaşılan kadın emeğini ve cinsiyetini istismar etmekten öteye gidememiştir...
İslâm dünyasında ise harem ve tesettür uygulamaları cemiyet hayatına kapalı ve bu kapalılık altında himaye ve saygı gören bir kadın kimliği Batının sömürge ve pazar arayışında çok büyük bir engel olarak kalmıştır... Öyleyse İslâm kadınları açılmalı, çarşaf peçe atılmalı cemiyet hayatında daha fazla görünmeli çalışmalı, ta ki bu muhteşem pazar alanı atıl kalmasın!
Kadın üzerinden toplumu dönüştürme planlarına devrin bir çok aydını; hürriyet-i nisvan adı altında yapılan propagandaların tahribine karşı kalemle cihadlarını yapmaktan bir an geri durmamışlardır...
1919 yılı telifli LEMAAT adlı eserinde Üstad Hazretleri "'Mim'siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer'-i İslâm onları Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede" ikazı bizdeki körü körüne Batı mukallitçiliğine bir protesto, ehl-i İslâmın kalesini korumaya bir çağrıdır... Açılım çabalarının İslâmın şiarlarını tahrip edecek kompleksli yaklaşımlara tepkidir... Zira bizi ne İslâm geri bırakmış, ne de İslâm kadınları çarşaf-peçe ve harem üçgeninde kafeslerde kalmıştır... Batının İslâm kadınlarını toplumsal hayata katma amacında iyi niyet aramak veya hanımların hayrına bir gelişmeyi bu hal üzere olmakta bulmak bir akıl tutulması ve asırlardır hak ve hürriyet arayışında olmayı aklına bile getirmeyen ve bilâkis Batılı hemcinslerinin aksine dinin bahşettiği hakların bilincinde olup gerektiğinde kullanan ve cemiyet içinde çok saygın bir konumda olan Müslüman kadınlarına; "kafeslerinizden çıkın, çarşafı peçeyi atın, özgür olun" demek; "ifsat komitelerinin dehşetli bir politikası olduğunu görün" anlamlarını okumak mümkündür. Eğer o yılların İslâmcı aydın sıfatı alan diğer şahsiyetlerin fikirlerine bakarsanız buna çok benzer ifadeleri Batıcı zihniyetin karşısına keskin kılıç gibi sapladıklarını görürsünüz...
Meselâ; Müfide Ferid Hanım’ın “Sizi bu harem ve çarşafınız esir etti” demeye getiren Associated Press muhabirine verdiği cevap ne kadar ibretlidir: “Batı medeniyetinde kadının yeri tuvalet, süslenmek için çılgınca sarfiyat yapmak, geç evlenmek ve çocuk doğurmamak demektir. Ecnebi kadınları moda mağazaları, tiyatro ve romanlar için yaşarlar, erkekler ise bu kadınların adeta kölesidir. Biz Türk kadınının hürriyetinin haremde olduğuna suiistimalden uzak geniş bir hürriyet alanı olduğuna inanıyoruz. Modanın kurbanı olmaktan da hepimiz aynı tarz elbise ve peçe kullanmakla kurtuluyoruz“ cevabı aynı düşüncenin bir başka ifadesidir...
Öyleyse Bediüzzaman Hazretlerinin bu ikazını tarihî ve sosyolojik arkaplanı gözardı etmeden değerlendirmek gerekir. Keşke helâket-felâket asrında tepetaklak olan ve bizden koparılan her değer gibi eski cemiyetin o asûde hanımlarını var eden telâkkiler cemiyette cari olsaydı... Kadın hürriyetini tesettürün ref'i olarak anlayan görüşün baskıları sonraki yıllarda da hakim olup bir anlamda "mimsiz medeniyet"in kazanç hesabına yazılan haller yaşanmasaydı...
İşte bunları görmeyip, sıkı bir sokağa çıkma yasağı bezirgânlığına soyunup, "annelik ve eşlik yap cahil olsan n'olur, okumuş olsan... Hele hele çalışmak asla ve kat'a aklından geçürmeyesün" şekline bürüyüp; ehl-i İslâm ve ehl-i namus kadınlar üzerinde Demokles'in kılıcı gibi kullanılmasına çok büyük itirazım var... İtirazım bu cümleyi bireysel ve nokta atışı olarak sadece kadına yönlendirmeye, işi dönüp dolaşıp kadının okuması ve çalışması noktasına getirmeye...
Bu hükümler çarşaf-peçeye el uzatan, dil uzatan, o günün müfsidlerine bir isyandır. Mütesettir kadınlara değil.... Bunu ne zaman göreceksiniz... Ve bu ifadeler aynı zamanda Tesettür Risalesi'nin çekirdeğidir. Ne ibretlidir ki ilk cezasını da cumhuriyet döneminde bu Risalenin va'z ettiği ölçülerden dolayı almıştır, Hz. Üstad...
Hanımlara her konuda sataşmayı kendilerine vazife edinmiş beyler ve bugünün sosyal hayat içinde var olma talebini taşıyan hanımların referansının mimsiz medeniyetin argümanları değil, Asr-ı Saadet iklimine sığınmak olduğunu görmeyenler; bu sözlerin muhatabı din dışılığın ve aydınlanmanın pençesinde kıvranırken, bu güzel eserleri tanıyarak ilim görmüş; tesettüre girmiş hanımlar değildir... Hele hele hanımlara, okul, cemiyet, çalışma yolunu kapatmaya hiç mazeret değildir... Zira bu zamandaki İslâm kadınları hürriyet sevdasıyla dışarı çıkmıyor. Tam tersine imanın verdiği hürriyet ve tesettür kalesine sığınmakla cemiyette vakar ve iffetleriyle yer alıyorlar, meslekî bilgileri, dinî hayatı yaşamaktaki gayretlerini mezcedip donanımlı bir şekilde var oluyorlar ve kim bilir kaç yolunu şaşırmışa numune-i imtisal oluyorlar...
Bunları da bir konuşsak hiç fena olmayacak....