Hemen her yıl işittiğimde, “Keşke gerçek anlamda bir dil bayramı olsa” diye mırıldandığım bir dil bayramı tekrar kapıda. 3 Mayıs’ta İstanbul’da başlayan “Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’yi Anma faaliyetleri”, çerçevesinde ortaya konan farklı çözümlerin umarız ilerisi için uygulamaya yönelik dişe dokunur yararı olur. Tabi ciddiyet içinde dört elle sarılma gereği duyulursa…
Dil bayramı dolayısıyla artık kalıplaşmış Türkçedeki bozuklukları sıralamak yerine, daha çok “yabancı dille eğitim” konusuna değinme gereğini duymaktayım. Çünkü kabul etmeliyiz ki, şimdi ve gelecek için anadili öğretimine ciddi sekte vuracak uygulamalardan birisi de yabancı dille eğitim konusudur. Deyim yerindeyse, dilde yabancılaşmanın sebeplerinden en önemlisi elbette yabancı dille eğitimdir. Nitekim bugüne kadar başta Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Haluk Akalın olmak üzere, çok sayıda uzman yabancı dille eğitimin sakıncalarına değinmiş, İngilizce eğitimin neredeyse anaokulu seviyesine kadar indirgenmesinin anadili öğretme, anlama ve kullanma konusunda ciddi engel oluşturduğunu ifade etmiştir.
Şunu belirtmekte fayda var: Yabancı dil eğitimi şarttır. Ama yabancı dille eğitim, sonu yabancılaşmaya kadar giden bir şuursuzluğu da beraberinde getirecek bir uygulamadan başka bir şey değildir. Kaldı ki yabancı dille eğitim yapmak, eğitim seviyesini de ciddi anlamda yükseltmekten uzaktır. Çünkü doğrudan anladığı anadili yerine başka dille eğitim gören genç, hem yabancı dili zihninde çözümlemeye, hem de öğrenmesi gereken bilgileri kavramaya çalışacak. Bunun anlamı da her bilginin onda beşini öğrenmek demektir. Bunu Prof. Dr. Aydın Köksal, “Yabancı Dille Eğitimden Caymak Zorundayız!”adlı makalesinde şu şekilde ifade eder: Türk öğretmenin Türk öğrencilere, İngilizce konuşarak fizik öğretmeye çalışması, sınıfı, gerçeküstü saçma bir kara güldürünün oynandığı bir tiyatroya dönüştürmektedir. Bu durumda, öğretmenin dersi anlatmadaki başarımı (performansı) da, öğrencinin anlamadaki başarımı da her birinin yeteneklerinin ancak bir bölümüyle gerçekleşebilir. Bu başarımın (performansın) % 70’er olması durumunda öğretimde toplam başarım yarıya, % 50’şer olduğundaysa dörtte bire düşmektedir (0,5 x 0,5 = 0,25). Bu yüzden birçok okulda, İngilizce başlayan ders, yasak savar gibi bir süre yabancı dilde anlatıldıktan sonra, bir soru yüzünden ya da başka bir sebeple iletişim Türkçeye kayar kaymaz, bütün öğrencilerin “uyandıkları” gözlenmekte; ders, ancak o zaman başlamış olmaktadır.(www.turkcedunya.com)
Bu verilerden yola çıkarak, çocuklarımıza yabancı dille eğitim vererek kendimiz için değil, başkaları için bir beyin yetiştiriciliği de üstlenmiş olduğumuzu görmemek mümkün mü? Nitekim Akalın’ın ifadesiyle, “Bedensiz beyin göçü”dür bunun anlamı. O hâlde meselâ bir iki yıllık yoğunlaştırılmış yabancı dil eğitimiyle bir yabancı dil öğretimi uygulanarak bütün üniversitelerde ve dahi varsa liselerde ana dille eğitime geçilebilir.
Toplumda bununla ilgili genel yanlışlığın ne dereceye vardığını gösterme açısından, bir örnek vermek yerinde olacaktır. Vaktiyle, analarımızın bizi tıngır mıngır sallarken söyledikleri ninniler yerine “çağdaş (!)” bir projeyle İngilizce ninnilerin seslendirileceği haberini öğrenince şaşırmıştım. Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Dış İlişkiler Birimi Başkanı Prof. Dr. Erbuğ Keskin’in “Ninni ile Dil Eğitimi Projesi” adı altında geliştirdiği projeye Avrupa Birliği’nden destek gelmiş( Yeniçağ, 15.09.2006). Habere göre de bebekler CD’lerden İngilizce ninnileri dinleyeceklermiş. Sonuçta, beşikten itibaren anadil yerine yabancı dil ikamesi daha kolay bir şekilde gerçekleşecek(miş).
Bu ve buna benzer nice uygulama vardır belki. Bence eğer dilimiz bayram yapacaksa, bayrama yabancı dille eğitim meselesinden vazgeçerek başlayalım. Yoksa yabancı dil öğrenelim derken (Hoş yine de öğrenilmiyor ya!), düşünce melekelerimizin ana dinamiğini oluşturan anadilimiz de etkisizleşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.
Dil ile zihnî melekeler arasına namahrem girmemeli vesselâm…
05.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|