Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Yahya Kemal’in dönüşü



“Bu uzun Avrupa hayatından dönerken Müslümanlaşmış, kendi vatandaşlarım için fazla mütehassis bir ruha rücû etmiştim.”

Yahya Kemal, Paris’ten bu ruh hâli içinde döndü İstanbul’a. Fakat onun fikir hayatında görülen bu tekâmül, kendinden önce şiirleri ile memleket efkârında iştihar ettiği için İstanbul’da büyük alâka ile karşılandı.

Daha önce resmî görevli, izinli veya kaçak olarak Avrupa’ya gidip kendi devleti ile mücadele eden Jön Türklerin aksine Yahya Kemal, oradan Avrupa mukallidi olarak değil de millî mânevî değerlere bağlı, vatan millet sevgisiyle dolu olarak geldiğinden halkın takdirini, itimadını ve teveccühünü kazandı.

Çünkü devlet ve milletçe yaşanan büyük acılar, felâketler yüzünden yalnız mazisinin zaferlerle dolu günlerini görmeye değil, o kahramanlıkların terennümüne bile hasret kalan millet, onun tarihî şiirlerini, hasret hislerini teskin eden hamasî bir heyecanla okudu.

Şair ilk zamanlar memleketin harap hâlini ve milletin perişan vaziyetini yadırgayarak Paris’i özlediyse de, ruhunda bütün hayatı boyunca yanan hasret ve hasletlerin teşvikiyle çok geçmeden bu ahvâle alıştı ve orada iken düşündüklerini vatanda tahakkuk ettirme gayreti içine girdi.

Şiir ve yazı çalışmalarına muntazaman devam etmekle birlikte muayyen bir zaman ayırmayan Yahya Kemal, hem atıl kalan zamanını değerlendirmek hem de yeni nesillere tarih şuuru kazandırıp edebiyat zevki aşılamak için 1913’te Darüşşafaka Mektebinde edebiyat ve tarih dersleri vermeye başladı.

Geniş tarih ve edebiyat kültürünün ışığında, zamanın hadiseleri üzerine gerçekçi tahliller yaparak, başkalarının başlattığı devlet adamlarını kötüleme kampanyalarının menfî tesirlerini bir ölçüde izale etti. Böylece, hadiseleri millete mütecessis bir tarih şuuru ile izah etmenin, tarihe de tarihî şahsiyetlere de leke getirmeyeceğini, milleti de ümitsizlikten ve bedbinlikten kurtaracağını gösterdi.

Bir yandan, milletin hissiyâtını terennüm eden bu teşhislerini, tesbitlerini naklettiği ve gittikçe müdâvimi artan dost meclislerini istikrarlı bir hâle getirmeye çalışırken, diğer yandan Medresetü’l-Vâizîn’de medeniyet tarihi dersleri verdi ve İstanbul Darülfünununa girdi ve önce Medeniyet Tarihi kürsüsünde, daha sonra da Garp Edebiyatı Tarihi ve Türk Edebiyatı Tarihi kürsülerinde müderris olarak çalıştı.

Darülfünundaki derslerin, değişik yerlerde verdiği konferansların yanı sıra klâsik tarzda ve yeni usûllerle yazdığı şiirleri çeşitli gazete ve dergilerde yayınlatmaya devam etti.

Bu arada, zamanında yaşanan idarî ve siyasî gelişmeleri yakından takip eden Yahya Kemal, içtimaî dertlere çeşitli çareler bulmaya çalışırken, Birinci Dünya Savaşı arefesinde Almanlara karşı idarenin tavrına ve harbe girip girmeme hususundaki tartışmalara katılmak istemedi.

Talât Paşanın başarılı idaresine rağmen, aydınlar arasında ve askerî erkânda yaygınlaşan tereddütlerin halka doğru inmeye başlaması ve İttihat Terakki içindeki menfî gelişmelerin gittikçe artması üzerine, “Bir saltanatın belki de son günleridir bu” gibi mısralarla tavrını ortaya koyma ihtiyacı hissetti.

‘Vatanda düşmanı seyretmenin ıztırabına’ bir de vatanın ahâlisinden sayılan ve asırlarca bu memleketin ekmeği ile beslenen azınlıkların, Adalar, Şişli, Beyoğlu gibi semtlerde dükkânlarını, evlerini Yunan, İngiliz, Fransız bayraklarıyla süslemeleri eklenince milletçe yaşanan acı daha da arttı.

Ekalliyet tâbir edilen milletlere mensup bazı insanların yaptıkları bu alenî tahrik ve taşkınlıklar, ahâlinin yanı sıra, Şaire de İstanbul’da nice acılı, ıztıraplı, kederli günler yaşattı. O zamana kadar, Anadolu’da başlayan kurtuluş hareketine karşı biraz mesafeli duran Yahya Kemal, bu gibi hadiselerden sonra millî mücadele hareketini desteklemeye karar verdi.

Bu meseleyi sık sık sohbetlerinde, derslerinde işlemekle kalmadı; Âti, Tevhid-i Efkâr, Hâkimiyet-i Milliye gibi gazetelerde ve Dergâh dergisinde millî mücadeleyi destekleyen tesirli yazılar yazdı. Bilhassa, ‘Ulvî olan ancak sükûttur, mâadâsı zaaftır’ serlevhası ile başlayıp İstiklâl Marşından aldığı ‘Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl’ mısraı ile biten Kurdun Dişisi ve Yavruları adlı makalede anlattığı hadise ve yaptığı değerlendirmeler Anadolu insanının mücadele azmini arttırdı.

Asırlar boyu büyük devletler kurarak varlığını devam ettiren milletin tarihinde buna benzer pek çok gerileme devrinin yaşandığını çok iyi bilen Yahya Kemal, yazılarında o hadiseleri işleyerek millete inkırazdan kurtulmanın yollarını göstermeye çalıştı.

“Aslan gerilir de öyle atlar” gibi veciz ifadelerle bu gerilemenin millete yeni hamleler yapma gücü vereceğini ve devletin de, milletin de kendisini toparlayıp güç kazanmasına vesile olacağını anlattı.

Bu sayede, o inkıraz zamanlarından kurtuluş çareleri, yaşanan hadiselere tatbik edildiği takdirde mağlûbiyetin maddî ve mânevî mağduriyetlerinin çok çabuk izale edileceğini ve milletin eski huzuruna yeniden kavuşacağını ortaya koydu.

Düşman işgali altında yaşanan bir Ramazan günü, devletin yıkılmasının ve milletin dağılmaya yüz tutmasının ıztırabını diğer zamanlardan daha fazla hissedince, milletin kurtulmasının çarelerini iyice tebarüz ettirmek istedi.

“Biz, cedlerimiz kadar Müslüman, onların diyânetine sahip, onlar kadar imanlı, hararetli olursak, bu mübarek ay yeni bir şâşaa ile dirilir. Bir müze, bir şehrâyin olmaktan çıkar; her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur” diyerek naklettiği kanaatlerini “Ramazan’a girerken gurbetten çıkacağız” gibi ümit telkin eden ifadelerle noktaladı.

Millî mücadelenin heyecanını işgal altındaki İstanbul’da yaşarken etrafındaki insanlara da hissettirmeye çalışan Şair, yazılarında İzmir, Bursa ve Edirne’nin işgali sırasında sergilenen çirkinlikleri kınadı. O şehirlerin milletin tarihî, siyasî, içtimaî hayatındaki yerini anlattı ve milletin bekası için kaybedilen şehirlerin kurtarılması gerektiğini hatırlattı.

Bunu yaparken, İslâmın son ordusu olarak gördüğü Türk ordusunun, 26 Ağustos 1922 tarihinde Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak maksadıyla başlattığı Büyük Taarruzda muzaffer olması için Allah’a yalvarmayı da ihmal etmedi:

“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî

Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın

Galib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”

Yahya Kemal 1921 yılında hastalandı ve tedavi maksadıyla Burgaz üzerinden Sofya’ya gitti. Orada iki ay kadar kaldıktan sonra, uzun zamandır görmek istediği Filibe’ye geçti.

“Düz ova üstünde ehramlar gibi sivrilmiş birkaç yalçın tepenin ortasında, eteklerinde, sırtlarında bir şehir” diye tarif ettiği Filibe’yi gezen Şair, pek çoğu sonraki yıllarda yıkılan camileri ve harabeye dönen mahalleleri “Son gören Türk” oldu.

Bir hafta kadar kaldı Filibe’de. “Bursa devrinden bir cami, dört köşe, yamyassı, top sökmez taşlardan duvarlar, ilk Türk mimarlığının alaca bir minaresi, yüksek ağaçlar. Camiin önünde Türk kahveleri, börekçileri, kebapçıları; küçük iskemlelere oturmuş sarıklı ve kürklü ihtiyarlar, fesini arkaya atmış delikanlılar, Türk hayatından henüz çıkmamış bazı Bulgarlar, senli benli konuşarak kahve içiyorlar. Eski hayattan bir levha olduğu gibi yerinde kaynaşıyor” şeklinde de anlattığı gibi Balkanlarda yaşanan hayata hayranlık hisleriyle döndü İstanbul’a.

Osmanlı’nın gittiği her yerde buna benzer canlı hayat tablolarının hâlâ yaşandığını bildiğinden, millî mücadelenin kazanılmasını müteakip 1922 yılında Lozan Konferansı Murahhas Hey’etine müşavir olarak katıldığı zaman Kerkük, Musul, Batı Trakya, Balkanlar gibi vatan topraklarının bırakılmaması için mücadele etti.

“Bir zaman bir aşiretten cihangirâne bir devlet çıkaran bu millet, o cihangirâne devletten bugün bir Türk vatanı çıkaracak kudrettedir” gibi sözlerle milletin kaybedilen toprakları kurtaracak güçte olduğunu ifade eden Yahya Kemal, iki üç ay kadar kaldığı Lozan Konferansını müteakip heyetten ayrılarak Venedik’e gitti. Birkaç gün orada kaldıktan sonra Orient ekspresi ile İstanbul’a döndü.

İngiliz heyetinin çekilmesi ile yarıda kalan konferansın değerlendirmesi yapılırken onun da bulunması gerektiği için İstanbul’da İsmet Paşa başkanlığındaki heyete katıldı ve trenle Ankara’ya hareket ettiler. Eskişehir’e varınca bir süre Mustafa Kemal’in İzmir’den gelecek trenini beklediler.

O yıllarda münteşir Büyük Doğu mecmuasının “Konferansın birinci defasında Türk Başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götürecek tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat. Sonra Ankara’da gizli meclis toplantıları. Fakat esas meselelerde daima başbaşa. Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Haim Naum ile birlikte Ankara’ya giderken trende yapılan ve memleketin geleceğini tayin eden meşhur toplantılardan bazılarında bulundu.

O yıllarda dış siyasetin memleket üzerindeki tesirini ve buna milletin bîgâne kalışını, hattâ bazı devlet erkânının taraftar görünmesini “İçtimaî ağrılarımız tuttukça mâziyi ithâm etmek umumî bir dert oldu” gibi söz ve yazılarla tenkit etti.

Bu zaafın sadece bazı devlet adamlarına münhasır kalmayacağını, zaman geçtikçe yayılarak bürokratik bir kural hâlini alacağını müşahede edince istikbale ait endişelerini dile getirme ihtiyacı hissetti.

“Viyana mağlûbiyetinden son asrın sonlarına kadar eski saltanatı kâh harple, kâh siyasetle koruduk. Gördük ki, ne silâhlarımızın muzafferiyeti, ne de Avrupa siyaset-i hariciyesinin müzahereti o derde deva değilmiş. Türk devletî, aslı olan Müslüman tabakanın hamuruyla tekrar yoğrulmadıkça tam bir sıhhatle yaşayamaz” gibi isabetli teşhislerle, devletin bekasının silâh ve siyasetle değil, ancak İslâmiyetle mümkün olabileceğini ifade etti.

1923 yılı seçimlerinde Urfa’dan Mebus seçilerek TBMM’ye giren Yahya Kemal’e daha sonra uzun yıllar Paris’te kalması, Siyasî İlimler Mektebinin Dış Siyaset bölümünde okuması da nazara alınarak bazı ülkelerin büyükelçiliği vazifesi verildi.

İlk olarak 1926’da Polonya’nın başşehri Varşova’ya gitti. Ardından 1929 yılında İspanya’da, 1931 yılında da Portekiz’de, 1947’de Pakistan’da büyükelçilik yaptı. Oralarda kaldığı yıllarda ülkelerin belli başlı şehirlerini de gezip kültürleri hakkında bilgi alan Şair, gördüğü yerleri ve gelenekleri şiirlerinde işledi. Memlekete döndükten sonra Yozgat, Tekirdağ, İstanbul milletvekillikleri yaptı.

Olgunluk yıllarında “orta boylu, toplu, yuvarlak çehreli, güzel ve derin bakışlı” bir yapıya sahip olan Şair, hayatında hiç evlenmedi, mal mülk edinip ev bark kurma kaygısı taşımadı.

Bu yüzden İstanbul’da ikamet edebileceği kendine ait bir mesken yoktu. Fakat bunun eksikliğini de hissetmedi. Park Otel’de kendisine tahsis edilen bir odaya yerleşti ve bir yandan bitmemiş şiirlerini tamamlamaya çalışırken diğer yandan yeni şiirler yazmaya başladı.

O tarihten sonra İstanbul’daki en uzun ve en verimli zamanını yaşayan Şair, 1957 yılında bağırsağındaki müzmin kanama tekrar başlayınca tedavi için Paris’e gitti ve bir süre tedavi gördü. İstanbul’a döndükten sonra rahatsızlığı tekrar nüksedince 1958 yılının sonbaharında Cerrahpaşa Hastahanesi’ne yatırılan Yahya Kemal, 1 Kasım 1958 Cumartesi günü şiirlerindeki bir mısraı tekrarlayarak hayata veda etti:

“Allah’adır tevekkülümüz, itimadımız...”

04.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (28.10.2007) - Bediüzzaman ve Eskişehir

  (21.10.2007) - Karahisar’ın nurânî yüzü

  (14.10.2007) - Sürgün yerinde sıla sıcaklığı

  (07.10.2007) - Şairlerin nazarında Süleymaniye

  (30.09.2007) - Ramazanda türbe ziyaretleri

  (23.09.2007) - Eski Ramazan hazları

  (16.09.2007) - Zamanın, Ramazan farkı

  (09.09.2007) - Said Nursî ve Isparta

  (02.09.2007) - Said Nursî’nin vatan-ı aslîsinde

  (26.08.2007) - ‘Risâle-i Nur bu vatana hakimdir’ (2)

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri