Sabahleyin dokuz buçuk otobüsüyle Adana’ya gitmek için arabaya bindiğimde, yan koltukta genç bir adam oturuyordu. Selâmlaştık ve tanıştık. Zonguldak iline bağlı bir ilçede astsubay olarak vazifeliydi. Onunla bir hayli sohbet ettik.
Yedi saat süren bir yolculuktan sonra, Ankara ile Adana arasındaki 480 km.’lik yol bitmiş ve menzilimize ulaşmıştık. Yol boyunca okuyup bitirdiğim Yeni Asya Gazetesini genç adama hediye ettim. Memnuniyetle kabul etti.
Bizi seminer için dâvet eden Ali ve İhsan Beyler terminalde bekliyorlardı. Hasretle kucaklaştık ve acele akşam namazı için bir camiye gittik. Diğer arkadaşların da katılımıyla gerçekleşen ikram faslından sonra, Zübeyr Gündüzalp Kültür Merkezine geçtik. Yedi katlı güzel bir binaydı. Çok amaçlı olarak plânlanmıştı. Son kattaki geniş seminer salonu tamamen dolmuş, bir kısım gençler aralardaki boşluklara oturmuşlardı. Sonradan öğrendiğime göre, katılanların yarıdan fazlası yeni insanlardı. Tarsus’tan gelen gönül dostlarımız da vardı. Yukarıda gerçekleşen programı, kamera sistemi ile alt kattaki hanım kardeşlerimiz de takip ediyordu.
Toplam iki saate yaklaşan seminer programı bittiğinde herkes memnuniyetini dile getiriyordu. Kâinatın nasıl ve niçin yaratıldığından, insanın yaratılış sırlarına, insana yüklenen vazifelerden, imanın toplum üzerindeki etkilerine kadar, birbiriyle bağlantılı konulara temas ettik. Her biri, bir seminer konusu olacak kadar kapsamlı olan konulara topluca nazar ettik. Gerçekten hepimiz için faydalı bir program olmuştu. Bediüzzaman’ın rehberliğinde, Kur’ân ve onun bu zamanda hârika bir tefsiri olan Risâle-i Nur referanslı böyle programlara her hizmet mahallinin ihtiyacı olduğu çok açık. Bu vesileyle, Adana’ya böyle bir kültür merkezini kazandıran ve on beş günde bir yapılan seminerlerle vatandaşlarına faydalı olmaya çalışan dâvâ arkadaşlarımı kutluyor, hizmetlerinde başarılar diliyorum. Seminerler dışında icrâ ettikleri diğer faaliyetlerinin de başka yerlere güzel bir örnek olmasını temennî ediyorum.
Sabahleyin gerçekleşecek kahvaltılı bir tanışma programına kalmam için ısrar ettiler. Fakat, benim kalma durumum yoktu. Çünkü, Pazar akşamı, Pursaklar semtindeki Asya-Nur Kültür Merkezinde bir seminer programım daha vardı. Sabaha kadar yol gidip biraz dinlenmeliydim. Gece yarım otobüsüyle, Adanalı kahraman arkadaşlarımdan müsaade isteyip ayrıldım. Ama, gönlüm onlarla birlikte kalmıştı.
Asya-Nur Kültür Merkezinde oldukça kalabalık bir katılım vardı. “Bediüzzaman’a göre inanç ve ahlâk ilişkisi” adında bir seminer çalışmasını birlikte paylaştık. Pazar akşamları gerçekleşen bu seminerler dizisi artık oturmuştu. Konferans ve panel gibi genele hitap etmeyen, mahallî ve haftalık seminerler için gazeteye ilân vermeye de gerek kalmamıştı. Zâten, yeteri kadar duyuruyu Ankara çapında yapıyorduk.
Ahlâkın kaynağı akıl değildi. Semâvî dinler ve Allah’ın koyduğu kurallar ahlâka kaynaklık ediyordu. Eğer o kurallar olmasaydı, insan bir hayvandan ibâret kalacaktı. İnsan bedeninde misafir edilen rûhun hayatını devam ettirebilmesi için üç kuvvet verilmişti. Akıl, gazap ve şehvet kuvveleri denilen bu kuvvetlere fıtrî bir sınır konulmadığından, ifrât, tefrit ve vasat mertebeleri oluşuyordu. İfrât ve tefrit, o duyguların bozulmasıydı. Ahlâksızlığın temelini bu bozulma oluşturuyordu. Vasat mertebesi istikametti. Akıl hikmeti, şehvet iffeti, gazap da şecaati takip ederse, yüksek ahlâklara menşe ve kaynaklık ediyordu. Bunu sağlayan ise, sağlam ve tahkikî bir imandı. Bu noktada, Hazret-i Muhammed (asm) en güzel örnekti. Zira, onun (asm) ahlâkı, Kur’ân ahlâkıydı. Allah’ın övdüğü bütün güzel ahlâklar, onun şahsında en yüksek derecede toplanmıştı. O, Allah’ın en sevdiği habibiydi. Allah ona benzeyenleri de seveceğini haber veriyordu. Bu açıdan, Sünnet-i Seniyye, Allah’ın rızâsını kazanmak için en güzel bir pusula veya yol haritasıydı.
Seminerimiz bu minval üzere devam etmiş ve nihayet bulmuştu. Hafta sonunda, Adana ve Ankara seminerleri vesilesiyle hayat sayfamız dolu dolu geçmişti. Bu da, Allah’ın fazlından bir ikramdı.
12.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|