Bazılarınca tecrübe, ‘uğranılan haksızlığın toplamı’ olarak isimlendirilir. Bu bakımdan, babalarımız yahut dedelerimiz, gençlik yıllarını anlatırken “Ah, biz neler gördük neler!” diye hayıflanırlar.
‘Tecrübeli yaşlılar’ımızın ‘hayatlarının roman’ olduğunun farkında olmak lâzım. Hele, ‘tek parti devri’nde yaşananları, başka türlü öğrenme imkânımız yok. “Tek parti devrinde şunlar oldu, bunlar oldu” dedikçe, hemen itirazlar yükselir. İşte o itirazları ancak ‘canlı şahitler’in beyanlarıyla susturmak mümkün. Aksi halde, meselâ; tek parti devrinde 18 yıl boyunca ezanların susturulduğunu anlatmak dahi mümkün olmaz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış tarihi olan 23 Nisan, Türkiye’de ve bütün ‘dış temsilcilikler’de törenlerle kutlandı. Tabiî bu tarih kutlanırken, ‘çocuk bayramı’ yönü öne çıkıyor. Oysa bu tarih, daha çok ‘millet hâkimiyeti’ni gündeme taşımalıydı.
‘Çocuk bayramı’ ön plana çıkınca, 1920’lerin ‘çocuk’larını da hatırlamak lâzım. “TRT Radyo Televizyon” dergisi, bir belgesel için 1921 yılında 10 yaşında olan Sakine Bozkurt’un kapısını çalmış. O günlerin ‘çocuk şahidi’, bugünün de ‘Sakine Nine’si olan Sakine Bozkurt şöyle konuşmuş:
“10 yaşındaydım, fişek fabrikasında çalıştım. Şöyle kocaman kalıplar var (İki eliyle gösteriyor.) Koca imla (barutun fişeklere doldurulması) atölyesi, burası (odayı kastederek) kadar... On iki kalıp var. Metal tezgâh pırıl pırıl... Kalıbı yıktın mı hızla gidiyor. Oradan da itiyorlar, vız bana geliyor. Hemen dolduruyoruz fişekleri. Elimize kurşun çekirdeğini alıyoruz, hemen kalıplara dolduruyoruz. Kalıpların biri geliyor, biri gidiyor. Döner, habire döner fabrika...
“Vay gidi fabrika vay... Bir gün yangın çıktı. Tam ineceğimiz yerden alevler geliyor. Biz üst kattaydık, erkekler alt katta çalışıyordu. Erkekler makarna fişeğini (kesilmek üzere hazırlanmış barut) patlatmış; fabrika tutuşmuş. Tutuşunca da bir alev, bir alev... (Gözleri dalıyor, ağlamaklı bir hal alıyor.) Kaçışıyoruz oradan oraya... Geçecek bir yer bulamıyoruz. (...) Merdiven kurdular dışarıya. İndirdiler. Su verdiler kararttılar ateşi. Keskin’de kadın kalmadı. Fabrika yanıyor diye hep okula doldular. (...) 4. Orduya saldılar bir tabur askeri. Bir tabur askerimizi gâvur topla tüfekle kovalamış, batağa sürmüş. (...) Çok zor... Neler gördük neler! Daha unutamıyorum. Ağlıyorum...” (TRT Radyo Televizyon dergisi, Nisan 2008, sayı: 227)
Dergide kullanılan fotoğraflar da “Türkiye gerçeği”nin delili. Çocuklarla ‘nine’ler aynı tezgâhta çalışıyor. Hepsi de tesettürlü... Tesettürün millet nezdinde kabul gördüğünü, benimsendiğini bundan daha iyi gösteren bir ‘belge’ olur mu?
Bütün bunları görmezden gelip, 23 Nisan’ı sadece ‘çocuk oyunları’na hasretmek gerçeklerle örtüşür mü? Milletin çektiği sıkıntı ve ıztırabı görmeden bu zaferleri anlamak mümkün mü? Topyekûn kazanılan bir zaferi, kişilerle sınırlamak kazanılan zaferi de sınırlamaz mı?
Umalım ve dileyelim ki önümüzdeki bayramlarda işin bu yönü de görülsün...
30.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|