Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Zafer AKGÜL

23 Nisan, nasıl üzülmez insan?



23 Nisan’ı yine alışılmış görüntü ve sözlerle kutladık. 1920’den bu güne 88 yıl geçmiş. Bir asra yakın bir zaman. İlkokul yıllarımızda her yıldönümünde büyük bir coşkuyla kutlardık “Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı. Kürsüye çıkarak şiir okuyan arkadaşlarımızın kalbi göğsünden fırlayacak gibi olurdu. Hançeresinin bütün gücüyle “Bu günn Yirmiüç Nisannn / Nasıl sevinmez insan. Atamm bu günü……” falan filan diye öylesine heyecanla ve alelacele okurlardı ki onlar kadar bizler de heyecandan bayılacak hale gelirdik. Bayram konuşmaları yapan öğretmenlerimiz bayramın adını söylerken önceleri “Millî Hakimiyet ve Çocuk Bayramı” derlerdi. Sonraki bayramlarda değişiklik oldu. “Millî Eğemenlik” diye hitap eder oldular. Egemenlik kelimesindeki g harfini yumuşak g olarak okuyorlardı.” Eğemenlik deyince hakimiyet kavramından başka şeyler çağrışım yapardı bende. "Eğe” yani törpü gelirdi zihnime. "Millî törpüleme” gibi bir şey yani. Sonraki yıllarda bayramın adı tamamen öztürkçe olarak değiştirildi. "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak geçer oldu. Ama biz çocukken zihnimizde kalan bayram imajı “çocuk”lara bakan yönüydü. Millî hakimiyet yönü çok da vurgulanmıyordu, arka planda kalıyordu. Rengârenk kıyafetler, sündürme kâğıtları, balonlar, şeker dağıtmalar gibi hep çocuklara bakan yönüyle dünyamızda yer etmişti. TBMM, millî irade, demokrasi gibi kavramlar lise yıllarında biraz biraz işlenmedi değil, ama 23 Nisan yine de çocukların tahta geçtiği bir bayram olarak algılandı. Bir kaç dakikalığına başbakanlık, bakanlık, valilik, belediye başkanlığı, il müdürlüğü vs. makamına oturan çocuklar öğretmenlerinin telkin ettiği konuda ve biçimde “Şu şöyle olsun, bu böyle olsun” diye sağa sola emirler verirlerdi. Büyükler de bıyık altından gülercesine muzip bir tebessümle itaat eder gibi görüntü verirlerdi. Sonra bayram biterdi, pek değişen bir şey olmazdı. Ve bize tam bir çadır tiyatrosu gibi gelirdi bu görevi devretmeler, devralmalar.

Sonraki yıllarda, 27 Mayıs 1960 ihtilâli sonucu, seçilmiş bir hükümetin ve ona destek vermiş bir millî iradenin bir gecede tepetaklak edildiğini öğrendik. Üstelik l961 yılında 23 Nisan’da yine “Millî egemenlik” kutlandığı halde. Aynı yılın Eylül ayında biri başbakan, ikisi bakan üç vekil yani milletvekili, yani milletin vekâlet verdiği üç devlet adamı asılıyordu. Bu feci olayı çocukluğumuzun son yıllarında hazmetmeye çalışırken bu defa bir 12 Mart 1970 muhtırası veriliyor, seçilmiş bir hükümet istifaya zorlanıyordu. Ardından CHP’li olan bir isim, Nihat Erim partisinden istifa ediyor bir müddet sonra hiçbir partiye mensup sayılmayarak, tarafsız bir vekil olarak başbakan ilân ediliyordu. Yine bir traji-komedi vardı. Tarafsız bir başbakan. Dünün taraflı, partili olan bir üyesi ertesi gün tarafsız sayılabiliyordu. Demokrasilerde partili olmanın, taraf olmanın sanki yanlış bir şeymiş gibi algılatılması bir yana bir istifa metni yazmakla bir insanın nasıl iki gün içinde tarafsız hale geldiğini de hâlâ anlamış değildim. Üstelik bütün bu tuhaf ve acaip uygulamalar bütün dünyanın ve milletin gözü önünde oluyordu. Ve her yıl millî egemenlik bayramları büyük coşkularla(!) kutlanıyordu. Çocuklar, kızılderili, asker, gelin, pamuk prenses, yavrukurt kıyafetleri içinde mutluydular her şeyden habersiz. Padişahlar kovulmuş, düşman denize dökülmüş, meclis açılmış, çocuklara bayram hediye edilmişti işte..

Sonra gençlik yıllarımda 12 Eylül 1980, olgunluk yıllarımda 28 Şubat, 27 Nisan’lar ve nihayet Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı vs. vs. dönemeçleri. Kapatılan parti sayısıyla demokrasimiz, millî egemenliğimiz bir rekora doğru gidiyordu. Her şeyin bir kişinin iki dudağı arasında olduğu, bir maddenin yorumuna göre koca koca partilerin kapatılma, Büyük Millet Meclisinin kapısına kilit vurulma ihtimalinin hep genel geçer kural olarak karşılanabildiği ortamlarda bayramlar hâlâ kutlanmaya devam ediliyordu ve hâlâ günün çocukları kürsülere çıkartılıp “Bu gün 23 Nisan. Nasıl sevinmez insan?” diye avaz avaz bağırtılıyordu. Ağlamak mı lâzım, gülmek mi ben karar veremedim. Son kararı büyüklerimiz verecekler. Sevinin diyorlarsa sevineceğiz elbet… Çocuklar ne bilir ki? Demokrasimiz 88 yaşında bir çocuk daha. Nice bayramlara…

25.04.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (19.04.2008) - “Söz konusu menfaatse, vatan teferruattır!”

  (26.03.2008) - Kendinizi kandırıyorsunuz!

  (20.03.2008) - Törkiş demokreyşin

  (11.03.2008) - Paçavra sözler

  (26.02.2008) - İki yanlıştan bir doğru çıkmaz

  (20.02.2008) - Yavruma demokrasi dersleri

  (13.02.2008) - Aya bak, yıldıza bak - 1

  (05.02.2008) - Korkusuz korkak

  (26.01.2008) - Demokratik hukuk devleti ama...

  (17.01.2008) - Demokrat misyonun geleceği

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri