08 Haziran 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

M. Latif SALİHOĞLU

"Kürt sorunu" demenin sakıncaları


A+ | A-

Daha evvel de çeşitli vesilelerle ifade ettik ki, Türkiye'nin bazı kendi iç sorunları, dahilî meseleleri var.

Bunları olduğu gibi yâdetmeli, farklı mânâ ve mahiyete bürünecek şekilde isimlendirmekten şiddetle kaçınmalı. Aksi halde, beraberinde yeni sıkıntılar, yeni rahatsızlıklar getirir.

Meselâ, Türkiye'nin hasseten Kürtlerle alâkalı bir yanlış tutumunu, bir hatalı politikasını siz tutup "Kürt sorunu" şeklinde isimlendirir ve aynı yaklaşımla çözmeye çalışırsanız, işin içinden çıkamaz ve sağlıklı bir çözüme asla kavuşamazsınız. Zira, asıl sorun Kürtlerden değil, Türkiye'nin yanlış politikalarından kaynaklanıyor. Dolayısıyla da, "sorun"a Türkiye'nin bir dahilî meselesi olarak bakmak gerekiyor.

Keza, yaklaşık bir asırdır Türkiye'nin "irtica sorunu" diye, yine temel bir sıkıntısından söz ediliyor. Bu da, tıpkı diğeri gibi çok hatalı ve hiç alâkasız bir yaklaşımla tâbir ve tarif edilerek sıklıkla gündeme getirilmeye çalışılıyor.

Hatta öyle ki, devletin en üst katmanlarında dahi, bu sorunlar "bölücülük ve irtica" diye isimlendirilerek, "öncelikli tehditler" sıralamasında listenin en başında zikrediliyor.

Oysa, gerçekte Türkiye'nin ne irtica diye bir sorunu var, ne de bölücülük. Tabanda ve halk arasında, bu tür rahatsızlıkların karşılığını asla bulamazsınız.

Demek ki, bunlar bir yerlerden üretiliyor ve dehşetli propagandalarla yaygınlaştırılarak toplumun katmanlarına mal edilmek isteniyor.

Şükürler olsun ki, halkın ekseriyeti bu hezeyanlara itibar etmiyor ve yanlış propagandaların tesiri altına girmiyor.

"Sorun"un tarafları olur

Burada, Türkiye'nin irtica ve bölücülük meselesini, gerek mahiyet ve gerekse karakteristik özellikleri itibariyle diğer "sorun"lardan ayırt etmek için, çarpıcı bazı misâller verelim.

Türkiye'nin meselâ "Ermeni sorunu", "azınlıklar meselesi", yahut "Kıbrıs meselesi" gibi ciddiyet arz eden sorunları, meseleleri vardır. Buna her halde kimsenin bir itirazı olmaz.

Şimdi dikkat buyurun: Bu ciddî sorunların hem tarafları (Türkiye ve diğerleri) söz konusu, hem de uluslar arası hukukî boyutları vardır, bu sorunların. Üstelik, "93 Harbi" denilen tâ 1877-78'deki Osmanlı–Rus harbinden beri... 1923'teki Lozan Antlaşmasıyla da—statüsü kısmen değiştirilen bu sorunlar—Türkiye Cumhuriyeti devletine aynen devredilmiş bulunuyor.

Bunların konuşulduğu hemen her yerde, hem taraflardan, hem de işin hukukî boyutundan mutlaka söz ediliyor.

İşte, Türkiye'de daha ziyade dindarlar ve Kürtler için tanımlanan şu irtica ve bölücülük meselesinin, yukarıda zikredilen sorunlarla doğrudan hiçbir benzerliği olmadığı gibi, hiçbir münasebeti de yoktur.

Daha açık bir dille ifade edelim ki: Kürtleri ve dindarları ilgilendiren sorun ve sıkıntıların Türkiye'de ne temsilci statüsünde tarafları vardır, ne bu sorunların devletler arası hukukî bir dayanağı mevcut.

O halde, bunlar Türkiye'nin kendi iç sorunları ve dahilî meseleleridir.

Aksi halde, çözüm için orta yere bir masa kurmak ve o masanın etrafında sorunun taraflarını getirtip oturtmak zorunda kalırsınız. Ki, Türkiye'de böyle bir durum, söz konusu dahi olmaz ve olamaz.

Şayet olabilir diyenler varsa, onları meseleyi akl-ı selimle bir kez daha düşünmeye dâvet ediyor ve şu tavsiyede bulunuyoruz: Lütfen muhali talep etmekten uzak durunuz.

Allah muhafaza, meselâ "irtica sorunu"nu müstakilen, yani Türkiye'nin genel politikasından bağımsız şekilde düşündüğünüzde, ortaya nasıl bir masa kuracak ve masanın etrafına hangi tarafları dâvet edeceksiniz?

Aynı durum, hatalı "Kürt sorunu" için de geçerli. Siz bu mânâda bir sorunu çözmek için Türkleri ayrı, Kürtleri ayrı bir taraf şeklinde mi telâkki edeceksiniz? Maazallah, masanın Kürt tarafına PKK'yı, ya da DTP'yi mi yerleştireceksiniz? Kürtlerin yegâne temsilcisi bunlar mı?

Bu durumda kan ve şiddet metoduna da prim verilmiş olmaz mı?

Keza, sorunun Türk tarafını kim temsil edecek? İçinde Kürt iradesinin de bulunduğu Meclis mi, hükümet mi, ordu mu, Çankaya mı, yoksa gencecik evlâdını kaybeden mâsum ve mağdur olmuş on binlerce vatandaş mı?

Demek ki, yaşanan sıkıntıya "Kürt sorunu" diye baktığın zaman, durum daha bir vahamet kazanır ve işin içinden çıkılmaz bir vaziyet alır.

O halde sorun, Türkiye'nin temel bir sorunudur ve daha ziyade dini dışlarken, bir yandan da Kürt unsurunu red ve inkâra dayanan "Kemalist Türkçülük" sorunudur.

Türkçülük, hem dine zıt, hem de Kürtçülüğü tetikleyen hastalıklı bir cereyan iken, Kemalizm ise, aynı şekilde hem hayattan dini dışlayan, hem de Kürd'ün varlığına dahi tahammül göstermeyen, hatta bu vatanda yaşayan herkesin ille de Türk olması gerektiğini dayatan bir fikir ve felsefeye âlem olmuştur.

Bu sıkıntıların çözümü ise, bu milleti birlik ve dirlik içinde tutan ruh, kalp ve akılda mevcuttur. Bu iradenin tecelli yeri ise, Millet Meclisidir. Devletin hatalarını tamir ile sağlıklı bir çareyi formülize edecek olan da, Meclis'in hür iradesidir.

Bakınız, benzer mânâdaki bir sıkıntı 1920'de yaşanmış. O tarihte Paris'te bir Kürt Konferansı tertip edilmiş. Buna şiddetle tepki gösteren Bediüzzaman Said Nursî, Kürtlerin vekili ve onlar nâmına söz söyleyecek olanın, Paris'teki Kürt Şerif Paşa değil, Meclis-i Meb'ûsan-ı Osmaniye'deki mebûslar olabileceğini ifade ediyor. (Bkz: Sebilürreşad, 4 Mart 1920)

Demek ki, neymiş? Bu işin masası ve tarafları yok, asıl söz sahibi olan, Meclis'in hür iradesidir. Ki, içinde Kürtler ve Türkler beraber bulunur, beraber çalışır.

08.06.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (06.06.2009) - Yanlışı red, doğruyu müdafaa

  (04.06.2009) - Türkçülük sorunu

  (03.06.2009) - Mânevî buhran

  (02.06.2009) - Namık Gedik ve bir yanlışı düzeltme zorluğu

  (01.06.2009) - Sorun bilinmeden, çözüm konuşuluyor

  (30.05.2009) - Dördüncü şehit, Namık Gedik

  (28.05.2009) - Tarihe gömülen Bizans (2)

  (27.05.2009) - Tarihe gömülen Bizans (1)

  (26.05.2009) - Fetih öncesi olağanüstü hazırlıklar (2)

  (25.05.2009) - Fetih öncesi olağanüstü hazırlıklar (1)

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl
Reklam Linkleri: Risale Yorum- Risale Çocuk- Yemek Tarifleri - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Satılık Tekne- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis