Zafer AKGÜL |
|
Gerçekler panoyla örtülemez |
ABD Başkanı Barack Hüssein Obama’nın Mısır ziyaretindeki konuşmasının yankıları sürüyor. Bizdeki kimi haber ajanslarına ve medya organlarına göre tarihî bir konuşmaydı. Kimilerine göre ise bildik şeyler, mavi boncuk dağıtmalar, vs. mesabesindeydi. Her ne olursa olsun ana çerçevede olumlu, detaylarda olumsuz karşılanabilecek bir konuşmaydı. Kabul edelim ki bu dünya kamuoyu, geçmiş dönemde başkan Bush, bir sabah kalkıp Kahire’de böylesi bir konuşmanın aynısını yapmış olsaydı çok daha “tarihî konuşma, dönüm noktası konuşması, şok şok şok edici konuşma, inanılamaz, unbelieved açıklama” olarak niteleyecekti. Ve hepimizin yüreğine su serpecekti. Ne var ki Obama’nın bu ilk olmayan demokrat, hoşgörülü konuşması karşısında çoğumuz umursamaz bir tavır sergiliyoruz. Hele de rütbesi yüksek askerî yetkililerin basın açıklamalarını bir İlâhî kelâmı tefsir edercesine satır satır, kelime kelime tevil ve tefsir etme alışkanlığının genlerine işlediği ülkemizde ve İslâm dünyasında bu tür açıklamaların pek de kayda değer görülmemesi ilginçtir. Bize göre ilk elde İslâm dünyasında bu tür sözlerin samimî ve doğru da olsa ilgi görmemesi sözün ucuzlamış ve aşınmış olmasından ileri gelir. Zira bizde nutuk çekme, çok önemli konuşmalar yapma ve alkış toplama hastalığı yüzyıllardır mevcut. ”Kellim kellim la yenfa’” yani “Konuş konuş boş” atasözündeki gibi etkili ve yetkililerimiz hep büyük ve iddialı konuşmalar yapmışlar, vatan, millet, ulus, haklar, hukuklar, müreffeh dünya, mesut hayat, kalkınma, ilerleme, vb. terimlerini büyük bir heyecan ve coşku içinde kullana kullana ıskartaya çıkarmışlardır. Bundan dolayı bu tür konuşmalar, özellikle hamaset dolu ifadeler kimseyi sarmıyor. Bıkkınlık verdi de diyebiliriz, gına geldi de diyebiliriz bu durum için. Halbuki Obama bu tür konuşmayı sadece İslâm ülkelerinde yapmadı. Obama’nın ABD halkına başkanlık yemini töreninde kendi halkı ve ülkesi için önemli değişimlerin sinyalini veren, çok derin mesajlarla yüklü konuşması da güzeldi ve hayli müsbet karşılanmıştı. İkinci elde ise İslâm dünyası yüzyıllardır boğuştuğu problemlerin kaynağını hep başkalarında ve dışarıda aramış, çözüm için kendisine yardımda bulunmamıştır. Nefis muhasebesi yaparak bizatihi kendi içinden beslenen problemleri halletmek için hiçbir ciddî çaba sarf etmemiştir. Kendisini özeleştiriye tabi tutmamıştır. Suçu hep başkalarında aramıştır. Bilimsel, bürokratik, kurumsal istibdatları izale etme, demokrasi, hoşgörü, hakça paylaşma, ilim ve fen yolunda terakki etme, ahlâkî buhranlara karşı mücadele etme gibi kendi içinde halletmesi gereken ana problemlerle hiç uğraşmamış aksine bunları besleyecek bir mekanizmayı sürdürüp gitmiştir. Bediüzzaman Said Nursînin vurguladığı “Avrupa zalimleri”nin yanında bir de “Asya münafıkları” vardır ki biz işte o Asya münafıklarıyla hiç meşgûl olmadık. Aksine onları daima vatansever; yurtsever, kahraman, kurtarıcı olarak nitelemeye devam ettik ve onların din, vatan, millet kavramlarına yönelik üç-beş hamasî nutkuna kanarak sürgit teslimiyet ve tembellik alışkanlığımızı devam ettirdik. Bu çok uzun ve çok maddeli ve çok gerekçeli iddiamıza bir iki örnek vermekle yetinip kısa keseceğim. Bu mesele çok su götürür çünkü... Obaman’ın gelişi üzerine Mısır’daki fakir fukara evlerinin çirkinlikleri görünmesin diye önlerine panolar konulmuş. Uzaktan bakınca çok güzel manzaralar varmış gibi bir imaj uyandıran payandalarmış bunlar.. Müthiş bir zekâ, müthiş bir buluş(!) Bana söyler misiniz Mısır—veya Mısır değil de başka bir ülke fark etmez.—niçin bu kadar senedir hâlâ böyle bir sefalet içinde kıvransın ve bu sefaleti örtmek için manzara resimlerinin yer aldığı panolarla bir ayıbını örtmek zorunda kalsın? Bir zamanlar Turgut Özal’ın da Esenboğa Havaalanı ile başbakanlık arasındaki yol boyunca yabancı bir devlet başkanının Türkiye’yi ziyareti sırasında gecekonduları görmemesi için güzergâh değiştirdiğini ve baypaslı yollardan geçirilerek misafirimizin sefaletimizi görmesinin önüne geçildiği hâlâ hatırlardadır. Aynı yıllarda Suriye’de yapılan uluslar arası bir futbol müsabakasında bakımsızlıktan sararmış, kurumuş çimlerin yeşile boyandığı, böylece ne kadar düzenli ve bakımlı bir ülke olduğu imajı verilmeye çalışıldığı da medyada haber konusu haline gelmişti. Ergenekon soruşturma sürecinde yapılan her türlü itham ve isnatlara karşılık “Atatürkçüyüz, laiklik elden gidiyor. Şeiratçılar ülkeyi ele geçirecek. Bunlar Atatürkçü oldukları için tutuklandılar” yaygarası da yukarıdakilerden pek farklı değil aslında. Hepsinin ortak özelliği pisliği halının altına süpürüp gizlemek gibi ucuz yollu bir Şark kurnazlığından ibarettir. İslâm dünyası ABD’yi, İsrail’i, Rusya veya İngiltere’yi suçlamada şöyle veya böyle haklı olabilir. Ama problemin en büyük diliminin kendisinden kaynaklandığını unutmamalıdır. Kimden, neyi, niçin gizliyoruz. Geri kalmışlığı mı, diktatörlüğün sefaletini mi, Asya münafıklığını mı, milletin parasını çar çur eden yağmacılığı mı, darbeciliği mi, cehalet ağalığını mı, intikam paşalığını mı, mösyö gevezeliğini mi? Madem utanıyorsunuz bu utanılacak durumdan kurtulmak için neden kılınızı bile kıpırdatmıyorsunuz? 06.06.2009 E-Posta: [email protected] |