28 Temmuz 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Süleyman KÖSMENE

Cehennemde rahmet tecellisi


A+ | A-

C. A. Rumuzlu okuyucumuz: “Mesnevî-i Nûriye’nin 125. sayfasında geçen, ‘Ve kezâ ‘musîbet taammüm ettiğinde elem hafif olur. Ben de emsâlim gibiyim’ diye yine yük altından kaçar. Fakat musîbet âmm olduğunda elemi muzaaf olur’ diye başlayan paragrafta taammüm ile âmm arasında fark var mıdır? Eğer ikisi de ‘umumî’ ve ‘genel’ anlamları taşıyorsa bir tezat var gibi görünüyor. Açıklar mısınız?”

Musîbetin taammüm etmesi, musîbetin herkese bir gelmesi, herkesi kucağına alması, herkesi bir taciz etmesi, herkese bir sıkıntı vermesi, yani genelleşmesi demektir. Fakat böyle genele gelen musîbette, “Ben de emsalim gibiyim” diyen ve yük altından kaçmak isteyen adam sadece kendisini kandırmaktadır. Birinci cümle yük altından kaçmak isteyen adamın vehmini ve yanılgısını anlatmakta, ikinci cümle ise bu yanılgıya karşı hakîkatin soğuk yüzü ile sıcak temas kurmaktadır. Yani musîbetin yalnızca kendisiyle sınırlı kalmayıp genele geldiğini görmekle tesellî bulmak isteyen adam, genele gelen musîbetteki katmerleşen acıyı başlangıçta nazara almamakta ve yanılmaktadır.

Gerçekte ise umûma gelen musîbetler, kişisel musîbetlerden daha acı olmakta, acısı ve elemi katmerlenmiş bulunmaktadır. İkinci cümle bu hakîkati ifâde etmektedir. Demek birinci cümlede ehl-i gafletin yanılgısı nazara verilmekte, ikinci cümlede ise bu yanılgıya karşılık hakîkatin gerçek yüzü gösterilmektedir.

Musîbetin umûma gelmesinin acıyı katmerleştirdiğini açıklarken, “çünkü” diyor Üstad Bedîüzzaman, “kendisi gibi akrabâsı, ahbâbı da o musîbete dâhildir. Çünkü, insanın rûhu, ebnâ-i cinsiyle alâkadardır; ne kadar umûmî olursa, o kadar da elemi fazla olur.” 1

Musîbet yalnız kendisi ile sınırlı kalsaydı, acısı da kendisiyle sınırlı olacaktı. Fakat sevdiklerini de alacak şekilde umûma gelen musîbet, her sevdiği ile birlikte bir kat daha artmış olarak acı ve elem vermektedir.

Musîbetin en büyüğü ve en dehşetlisi şüphesiz “sırf yokluk” musîbetidir. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri Cehennem inancının inkârcı için bile aslında rahmet kapısını araladığını, çünkü neticede Cehennem de olsa bunun bir “varlık” olduğunu ve “yokluktan kurtuluş” demek olduğunu, bunun ise inançsıza bile bir nevî bir merhamet hükmünde bulunduğunu kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, Cehennem fikri îmândan gelen lezzetleri korkusuyla kaçırmıyor. Çünkü Allah’ın rahmeti hadsizdir, sonsuzdur, her şeyi ve Cehennemi bile kuşatmıştır. Rahmet, korkan adama demektedir ki: “Bana gel! Tövbe kapısıyla gir!”

Tövbe kapısından Allah’ın rahmetine giren ve sığınan bir günahkârın, Cehennemin varlığından korkmayacağını, bilakis Cennetin lezzetlerini tam hissedeceğini kaydeden Bedîüzzaman Hazretleri, hakkına ve hukûkuna tecâvüz edilen hadsiz mahlûkâtın intikamlarının da ancak Cehennemle alınacağını, böylece Cehennemin varlığının sayısız derecede hakkı gasp edilmiş mazluma lezzet ve keyif vereceğini bildirir.

Bedîüzzaman Saîd Nursî’ye göre; eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan, yine Cehennemin varlığı bin derece—senin vehminin düşündüğü ve korktuğu—“sırf yokluktan” daha hayırlıdır. Hatta, Cehennemin varlığı bu sebeple kâfirlere, inkârcılara, inançsızlara ve her şeyin yok olacağını düşünüp korkudan ve dehşetten gözleri kararanlara da bir nev’î merhamettir. Çünkü kim olursa olsun; insan, hatta yavrulu hayvan dahî, akrabasının, yakınlarının, sevdiklerinin, evlâdının, çocuklarının, dostlarının ve arkadaşlarının lezzetleriyle lezzetlenir, saadetleriyle mesut olur, mutluluklarıyla mutlu olur, sevinçleriyle sevinir. Iztıraba ve musîbete düşen insan, çok sevdiği yakınlarının bari kurtulmasını ne kadar arzû eder! Eğer yakınlarının da aynı musîbetin pençesinde kıvrandığını öğrense, yıkımı ve acısı yakınları sayısınca katlanacaktır. Fakat onların kurtulduğunu öğrendiğinde azabı, ıztırabı ve acısı hafifleyecektir.

Şu halde ey mülhid, ey inançsız, ey inkârcı ve ey ateist! İnançsızlığın ve bâtıl düşüncelerin sebebiyle sen ya mutlak ve ebedî yokluğa düşeceksin-–zaten sana dehşet veren korku da bu idi—, ya da Cehenneme gireceksin! Başka ihtimal yoktur! Dipsiz bir yokluk karanlığı olduğundan mutlak şer olan yokluk ise, senin bütün sevdiklerinin, saadetleriyle memnun ve mesut olduğun tüm akraba ve yakınlarının seninle birlikte yok olup gitmesi demektir. Ki bu, binler derece Cehennemden ziyade senin ruhunu, kalbini ve insanlık mahiyetini yakıp, yandıracaktır.

Çünkü Cehennem olmazsa Cennet de olmaz! Her şey senin küfrünün nazarında mutlak yokluğa mahkûm olacaktır. Oysa eğer sen-–yine de inanmadığın, fakat bir İlâhî merhamet gereği hazır bulundurulan—Cehenneme girsen, yani “varlık” çerçevesinde kalsan, senin sevdiklerin, yakınların, dostların ve akrabaların ya Cennette mesut olacaklar, ya da varlık dairelerinin birinde bir cihette merhamete mazhar olacaklardır. Her iki ihtimal de senin için, onların yok olup gitmesi acısından çok daha, çok daha ve çok daha memnuniyet verici olacaktır, yani merhametli olacaktır.

Demek hiç çaresi yok, ey mülhid, senin, Cehennemin var olmasına taraftar olman gerekiyor! Çünkü Cehennem aleyhinde bulunmak mutlak yokluğa taraftar olmak demektir. Bu da seninle birlikte hadsiz dostlarının ve sevdiklerinin de yok olmasına taraftarlık demektir.

Nitekim Cehennem, “sırf yokluk” demek değildir. Cehennem, mutlak hayır olan varlık dairesinin Hâkim-i Zülcelâlinin hakîmâne ve âdilâne bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcut ülkesidir.

Dipnotlar:

1- Mesnevî-i Nûriye, s. 125, 126, 2- Asâ-yı Mûsâ, s. 43

28.07.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (27.07.2010) - İbadeti ihmal büyük bir cürümdür

  (26.07.2010) - Elli seneye denk bir ibadet gecesi

  (25.07.2010) - Boşanmada nezaket usûlü

  (23.07.2010) - Sesteki helâl güzellik

  (21.07.2010) - Yirmi Dördüncü Lem’a’nın diliyle tesettür

  (20.07.2010) - Kısa kısa

  (19.07.2010) - Hizmet ve aile ilişkileri

  (18.07.2010) - Gecenin sonu: İmsak ve fecir

  (16.07.2010) - Hayra çıkan tarihler

  (15.07.2010) - Bir hamdden binler hamdler nasıl doğar


Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.