Önceki günkü haberi biliyorsunuzdur. Macaristan’da Adalet Bakanı Tibor Drazkovic makam aracıyla ters yönden bir sokağa girince trafik cezası almış. Bakana kendisine bağlı olan bir polis tarafından ceza kesilmesi Macar basınını dalgalandırmış. Mevci bize kadar da gelmiş…
Bizde pandemi sebebiyle uygulanmaya çalışılan sokağa çıkma yasaklarını vs. delen devlet görevlileri ile ilgili espriyi de biliyorsunuz: “Onlar sokağa çıkmıyor ki, onların evi direkt caddeye bakıyor abi!”
Hatırlarsınız, geçen hafta Türkiye’de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı cesaret masasında bilek güreşine dâvet etmiş ve konu çok konuşulmuştu. Bakan Soylu tartışmaları değerlendiren ve kendisini savunan yeni bir konuşma yapmış ve önce şunları söylemiş:
“Bir ülkenin cumhurbaşkanı, bütün kurumları sabahtan akşama kadar eleştirilirken Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararların eleştirilemez diye bir şeyi söz konusu değildir.”
Kesinlikle doğru. Burada kalsaydı mesele yoktu.
Ama bir de şehitlerin yetim çocuklarının duyguları üzerinden şunları söylemiş ve olayı maalesef yeniden kişiselleştirmiş:
“Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın umurunda mı bunu bilmiyorum, yaşıyor mu bu duyguyu onu da bilmiyorum.”
Kişiselleştirmenin gerekçesi hemen ardından “bir avuç yüksek bürokrat” hakkında söylediği şu cümlelerden bir parça anlaşılabiliyor (bizde “bir avuç”a “bir kısım” derler):
“Bu ülkenin bir kısım yüksek bürokratları bu ülkenin bir vilayetine ‘güvenli mi, değil mi?’ diye o ilin valisini yedi kere arayıp ‘acaba gelmem güvenli mi değil midir?’ diye bir anlayışa soran bir ürküntüye sahipken, özgürlükten bahsedemezler.”
Bu da doğru. Özgürlük istemek için cesaret lâzım. Hele bu ülkede!
Ama asıl ilk konuşmasından sonraki eleştiriler ve eleştiri sahipleri hakkında toptancılık içeren şu cümleler önemli:
“Kimlerin Anayasa Mahkemesi’ni savunduğunu gördüm. Bu devlete ‘katil’ diyenler ve Anayasa Mahkemesi tarafından ‘siz katil deme hürriyetine sahipsiniz’ diyenler, yıllardan beri bu ülkenin değerlerini yerlüf etmek isteyenler hepsi bir cephe oldular, hepsini bir fotoğrafta Allah göstermek nasip etti.”
Kendisini eleştiren herkesi aynı torbaya dolduran bu bakış açısı bize de bir itham ve reddediyoruz.
Siyasetteki cepheleşmenin vahim sonuçları olacağını hep yazıp söylüyoruz. Bu da onlardan biri.
Bir ülkedeki devletin içişleri bakanı kendisini eleştirenleri aynı fotoğrafta birleştirip hedef tahtasına neden koyar?
Çünkü lideri öyle yapmıştır. Gazeteleri öyle yapmıştır. Çevresi öyle yapmıştır... Kendisi de buna uymuştur.
Ama biz buna itiraz ediyoruz, edeceğiz. Hem memleket adına, hem siyaset adına ve hem de kendi adımıza.
Biz şahsen Devlet yetkisi kullananları hep eleştirdik, kırıp dökmemeye çalışarak hukuka ve adalete dâvet ettik. Ama hiçbir zaman “devlet katildir” demedik. “Devlet zalimdir” demedik. Devlet düşmanlarını biliyoruz ve onlarla aynı fotoğrafta değiliz, koymanızı da istemiyoruz.
Ayrıca biz “Devlet kutsalımızdır” demediğimiz gibi, “Devlet masumdur” ya da “Devlet dilediğini yapsın” da demedik ve demeyeceğiz. “İkazı, ihtarı hazmedemeyen Devlette görev almasın” dedik ve diyeceğiz.
Bizi “devlet katil” diyenlerle aynı fotoğrafa yerleştirmeye kalkana da elbette itiraz ederiz.
Biz hukuk devletine dönmek istiyoruz. Macaristan polisi bile bize örnek olsa yeter.