Maşallah kardeşime...
Ne güzel gülmüş öyle!
Gençlikten bir kare...
Gülen içinden...
Düşmüş bir yüz...
Objektiflere...
Gülmek... ilmek ilmek bir halı gibi...
Renk renk bahçeler gezmek...
Gülmek... hayata dönmek...
Gülmek... hayata merhaba demek...
Boş ver abi, yaa!
Gül, işte böyle!
Dünya yolunda zaten;
Sen pusulanı söyle!
Başını kaldır bak!
Kuşların, ağaçların keyfi yerinde...
İnsanlar biteviye... ev bark derdinde...
Gel de gül/me!
Bak; çektim... çekiyorum!
Çektiklerini ko bir kenara!
Hayata gülümse!
Bugün bir eylül...
Herhangi bir eylül işte!
Değil, değil; bu ilk geliş’te!
Dün ayvalar şaşırttı beni!
Dokundum şöyle...
İri, diri, tüylü, büyülü ayvalar...
Düşündüm kendi kendime.
Bu nasıl dokunmuş, işlenmiş, dedim.
Dibine su verirken...
Öldüm, güldüm, dirildim.
Ayva sarı, ötede kırmızı nar...
Aynı suyu veriyorum, ha!
Sen de yapsana bir nar, bir ayva!
Yaaa!
Sonra bir gün ayvayı yerken...
Kırılan dişime gitti hayalim.
Düşünmeden yiyordum, belki!
Bu, bana o çamurdan...
Böyle basit bir hamurdan...
[Homurdandı ayva!]
Ayvayı yerken kardeş!
Ayvayı yememek için...
Düşün, sor: “Niçin?”
Ah, ben nereye geldim!
Kardeşimin Bir Eylül’de...
Bahar gibi gülen resmine...
Notlar düşecektim!
Sonbahar ya...
Ayva, nar girdi araya...
Tamam da kafam karıştı, abi!
Çamurdan, odundan bu meyveler...
Nasıl geldi sofraya?!
Dün ağaçlara su verdim.
Domateslere, ötekilere...
[Hah, aklıma geldi:
“Karanfiller ve Domates Suyu...”
Unutmuşum hikayeyi.
Dur; bulur, okurum onu da.]
Suladım, geldim, yoruldum.
Sepetimde incirler...
Kasada armutlar getirdim.
Koyduk bagajlarına misafirlerin.
Aman bir sevindiler...
Ey, be; sormasam olur mu:
“Ayvaları dallarında...
Beni şimdi bu balkonumda güldüren Kim?”
Bırak da bileyim, abi!
Beni böyle rengarenk seveni...
Bırak da seveyim, abi!
Kardeşimin resmine gelince...
Hep böyle gül, kardeşim!
Hayat, güneşlerle, güllerle gülen bir resim...
Çok mütebessim...
Ya, gözyaşları?
Onlar nokta-ı sevda gibi...
Gözün karası...
Kalbin süveydası...
Unutma; aynanın iki yüzü var.
Mehmet, sen işte hep böyle gül!
Gül de... seni güldüreni de bil!
Kalp kalbe karşı’yı düşündüm de...
Bir sonsuz kalpten bu kalp hediye...
Ne diye faniliklere peş keş çekeyim!
Hayat işte bu...
Bir nokta, bir kare, bir gül kadar...
Bu bahçe Tefekkür Bahçesi...
Güneşi, meyvesi, gölgesi hediye...
Mevsimleri, renkleri, besteleri, kokusu...
Mutedil, münasip, mukabil...
Gör, duy, bil!
Ağabeyin Ali Hakkoymaz
Eylül iki bin yirmi ikiyi bir geçiyor.
Çengelköy