Matbuat âleminin en saygın isimlerinden biri olan Yeni Asya gazetesini bugüne bakıp değerlendirmek azim bir hatadır.
Zira, alt yapısı ve birikimi ile nice kadro ve eleman yetiştirip matbuat âlemine hediye etmiştir.
Bab-ı Ali’nin yüz akıdır Yeni Asya. Biliyorsunuz, Bab-ı Ali, Cağaloğlu’nda Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönemi edebiyatçıların harmanlandığı bir yer olarak bilinir. Bab-ı Ali ismi, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Sadrazamlık binasına ve daha geniş anlamı ile dönemin hükümetine verilen bir isim...
Bab-ı Ali, günümüz diliyle Yüce Kapı anlamını taşır. Daha sonra Cumhuriyet döneminde Bab-ı Ali binası, Valilik binasına dönüştürüldü ve halen bu amaçla İstanbul halkına hizmet vermekte.
İSTANBUL BASINI VE MİLLÎ BASIN
Osmanlı döneminde Osmanlı hükümetinin bu binada çalışması yeni ortaya çıkan Türk basınının haber kaynağına yakınlığı açısından, edebiyatçıların ve basının ünlü isimlerinin burada toplanmasına vesile olmuş... Bu yüzden edebiyatçılar ve eli kalem tutan muharrirler eserlerinin bir çoğunu burada yazmış. Zira, Bab-ı Ali’nin bir diğer adı “İstanbul Basını” idi. Cumhuriyet sonrası Ankara, Bab-ı Ali’ye alternatif bir cephe oluşturdu ve adına “millî basın” dedi.
BİZİM MESLEK VE DÂVÂ
Köprülerin altından çok sular aktı. Gazetecilik kavramı değişti. Radyo, televizyon ve internet medya yazarlığı gibi birçok alanda yeni yazarlar türedi. Ancak şu var ki, gazetecilik meslek itibariyle tartışılır hale geldi.
Kimi gazeteciler bu mesleği ‘namusuyla’ yapmaya çalışıp muhafazakâr değerleri korumaya çalışırken, kimi gazeteciler Cumhuriyet döneminin getirmiş olduğu şımarıklıkla palazlandı.
Bizim meslek, insanı yoldan çıkartan bir özelliğe sahip… Önce psikolojiniz değişir, sonra algı dünyanız.
Kendinizi birden önemli, vazgeçilmez, hatta muktedir görmeye başlarsınız. İktidar ve hükmetme duygusu fikirlerimizi ve duygularımızı kuşatır.
Güç-konum kaygısı, konfor-ilişkiler dörtlüsü herşeyi belirleyen bir ilke haline dönüşür.
Yola çıkarken taşıdığımız duygu ve düşünceler, büyük idealler bir bir dökülür yollara. Bu da bize bedel olarak geri döner.
Hiçbir değer üretemeyen, var olan hiçbir değeri koruyamayan eksen kayması yaşayan mürekkepsiz kalemlere dönüşüveririz.
Eski gazetecilerden Galip Erdem’in kendi camiası (ülkücü) için yazdığı bir kitaptaki şu sözleri hayli düşündürücü:
“Bizler ‘dâvâ’yı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu, ama küçük (!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: ‘Dâvâ’yı dağın eteklerinde unutmuştuk!? Meğer biz dâvâyı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.” (Ülkücülük Nedir?)
EDİPLER EDEPLİ OLMALI
Bab-ı Ali denince aklıma Bediüzzaman’ın “Edipler edepli olmalı” sözü de gelir.
Bab-ı Ali’deki bazı yazar çizer takımı, İslâm âleminin durumunu ve kültürel yapısını göz ardı etti. Sefih medeniyeti empoze etmek için birçok “değerlerden” taviz verilmesi gerektiğini yazdı... İşte Bediüzzaman Hazretleri burada devreye girerek, “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı” diyerek ikaz etti.
Yol gösterdi Bediüzzaman; “Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanındaki hiss-i diyanet ve niyet-i halisa tanzim etmeli” diyerek tarafsız, dini hassasiyet taşıyan ve doğruları yazan kalem ehline seslendi. (Divan-ı Harb-i Örfi)
Hattâ, İstanbul’da gazete çıkaranlara taşrayı İstanbul’a, İstanbul’u da Avrupa ile yanlış kıyaslarda bulunduğuna dikkat çekti. Böylece “efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz” der. Dahası, “Şahsî garazları ve fikrî intikamı uyandırdınız. Zira, elif-ba okumayan çocuğa felsefe-i tabiiye dersi verilmez. Ve erkeğe tiyatrocu karı libası yakışmaz” diyerek dönemin “edip” diye geçinen yazarlarına ayar verdi.
…VE YENİ ASYA
Yeni Asya kurulduğu günden beridir gerek gazeteciliğin ve gerekse medyanın haysiyetini muhafazaya devam etmektedir. Hiçbir siyasî eksene dayanmadan doğrudan doğruya hakikati haykırmış ne “İstanbul Basını” olmuştur ve ne de “Millî Basın” olmuştur.
Delil mi istersiniz; arşiv ortada!