"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Beka siyasetiyle demokrasi ve hukuk olmaz

01 Şubat 2021, Pazartesi 00:01
DİVAN-I HARB-İ ÖRFî PANELİNDE KONUŞAN DOÇ. DR. YILDIZ: BEKA SİYASETİNDE DEMOKRATİK DEĞERLER ANLAMINI KAYBEDER.

PANEL - 1: Risale-i Nur Enstitüsü

Risale-i Nur Enstitüsünce online olarak düzenlenen ve açış konuşmasını Yönetim Kurulu Başkanımız İzzet Atik’in yaptığı panele Siirt Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Dr. Abdulnasır Yiner, Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adem Ölmez, Siyasetbilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Battal konuşmacı olarak katıldılar.

SADECE HAYATTA KALMA İMKÂNI

Ahmet Yıldız: "Sürekli ‘Toplum ve devlet olarak varlığımız tehlikede’ söylemiyle beka üzerinden bir siyaset tanımlaması yaparsanız o zaman siyaset size sadece hayatta kalma imkânı sağlayacak kadar bir alan bırakır.”

HUKUK VE İNSAN HAKLARI

“Böyle baktığımız zaman hukuk devleti de, insan hakları çerçevesi de, demokratik değerler de anlamını kaybeder. Kendisini kurtarıcı olarak gören siyasî kadrolar, yol açtıkları mağduriyetleri gözardı ederler.”

***

“Beka” siyasetiyle demokrasi ve hukuk olmaz

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız, “Eğer siz siyaseti sürekli beka söylemi üzerinden yaparsanız, o zaman siyaset size sadece hayatta kalma imkânı sağlayacak kadar bir alan bırakır. Böyle baktığımız zaman hukuk devleti de, insan hakları çerçevesi de, demokratik değerler de hepsi anlamını kaybeder” dedi.

Risale-i Nur Enstitüsü tarafından online olarak düzenlenen Divan-ı Harb-i Örfi panelinde konuşan uzmanlar, Bediüzzaman’ın hayatı boyunca hakikati savunduğunu ve istibdata itiraz ettiğine dikkat çektiler.

Risale-i Nur Enstitüsü tarafından online olarak düzenlenen Divan-ı Harb-i Örfi paneli yoğun bir katılımla gerçekleşti. Yöneticiliğini Risale-i Nur Enstitüsü Sekreteri Ahmet Dursun’un yaptığı panele Siirt Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Abdulnasır Yiner, Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Adem Ölmez, Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız ve Ankara Hacı Bayram Veli Ün. Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Battal konuşmacı olarak katıldılar. 

Hukuk manifestosu gibi günümüze ışık tutuyor

Bediüzzaman Said Nursî’nin bir hukuk manifestosu olarak adlandırabilecek “Divan-ı Harb-i Örfi” adlı eserinin yazıldığı şartları aşarak günümüze de bir çok yönüyle ışık tuttuğunu ifade eden Ahmet Dursun; “31 Mart gibi hadiselerin hukuk mekanizmaları üzerindeki etkisinden hareketle darbe dönemlerinde hukukun askıya alınıp alınamayağı hususunda önemli bir yol haritası çizen Divan-ı Harbi Örfi’nin darbelerin-darbe girişimlerinin doğru okunması açısından nasıl bir değere sahip olduğu, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde kırılma noktalarından biri olan 31 Mart Hadise’nin aydınlatılması ve demokratikleşme sürecine katkısı açısından eserin verdiği mesajlar, Meşrûtiyet dönemini çok yönlü ele alırken Bediüzzaman’ın dönemsel faaliyetleri, 31 Mart sonrasında İttihad ve Terakki’nin tutumu ve bu tutumun günümüz hadiseleriyle kıyaslanması, Volkan, Derviş Vahdeti ve İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti bağlamından başlayarak Türkiye’deki din devlet ve siyaset ilişkilerinin nasıl olması gerektiği, Divan-ı Harb-i Örfi’nin hukuksal yapısı ve bu tür mahkemelerin hukuk açısından anlamı, Türkiye’deki darbe süreçlerinin doğru okunması, darbe dönemlerindeki adalet arayışlarının Divan-ı Harb-i Örfî’de ortaya konulan prensipler açısından değerlendirilmesi gibi genel hususları kıymetli hocalarımızla konuşacağız” diyerek programı başlattı.  

Çabamız BediüzzAman’ın doğru anlaşılması

Mustafa Başkarcı’nın Kur’ân-ı Kerîm tilâvetiyle başlayan programda Yeni Asya Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı İzzet Atik de bir açış konuşması yaptı.

Panelistlere katılımlarından dolayı teşekkür eden İzzet Atik, çağımızın ihtiyaçlarına Risale-i Nur Külliyatı’nın cevap verdiğini ifade etti. Bediüzzaman’ın anlaşılmasının önemine değinen Atik, bizim görevimizi Risale-i Nurlar’ın ve Bediüzzaman’ın doğru anlaşılması yönünde çaba göstermek olduğunu, Divan-ı Harbi Örfi ile ilgili bu programın da bu amaca hizmet ettiğini söyledi. 

İzzet Atik devamında şunları söyledi: “Üstad Divan-ı Harbi Örfi’yi İki Mekteb-i Musîbet-i Şehadetnamesi olarak tarif etmiştir. O İstanbul’a geldiğinde hürriyet tartışmalarının olduğu bir zamandır ve Bediüzzaman İslâm adına sahip çıkmıştır. Bize düşen Risale-i Nur, Kur’ân’ın bu asra bakan bir mu’cizesi olduğuna göre hem bizim hem de insanlığın istifade etmesi için çalışmamız gerekmektedir. Üstadın ortaya koyduğu hakikatleri hem kendi dairemizde hem de insanlık dairesinde yaygınlaşması için çalışmak vazifemizdir.”

“Kırılma noktalarından biri, 31 Mart”

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız, Divan-ı Harb-i Örfi’nin Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde kırılma noktalarından biri olan 31 Mart Hadise’nin aydınlatılması ve demokratikleşme sürecine katkısı açısından verdiği mesajlar üzerinde durdu ve Türkiye’nin demokratikleşme sürecini çeşitli yönleriyle ele aldı.

Siyasi tarihimize baktığımızda modernleşme anlayışının taşıyıcılarının Batı modernleşmesini mutlak doğru olarak görmelerinin yanlışlığına dikkat çeken Yıldız, Osmanlı modernleşmesinin taşıyıcıları olan Jön Türkler’in İttihad ve Terakki’ye evrilme sürecinde ilke olarak askerlerin siyasete karışmasına karşı oldukları halde bundan vazgeçmediğini söyledi. İttihat ve Terakki’nin kendisini ‘cemiyet-i mukaddese’ olarak tanımlamasının oluşturduğu algıya dikkat çeken Yıldız, 1908 Meşrûtiyet sonrasında bunların yürütme üzerindeki etkisinin ve uyguladığı politikaların mağduriyetler ürettiğini, toptancı bakış açısının ise bu şikayetleri görmezden geldiğini belirtti.

Darbelerin temel karakteri

“Doğrunun tekelci bir bakışla, tekçi bir anlayışla, kendilerine ait siyasi bakış açısının mutlak doğru olduğu, bu siyasi bakış açısına göre de devletin örgütlenmesi ve yönetilmesi gerektiği anlayışının muhalefete bakışı, haliyle muhalefete meşrûiyet atfetmeyen bir pozisyon ortaya çıkarıyor” diyen Yıldız, bunun demok- ratik siyasete evrilme sürecinde bunun darbe demokrasi ilişkisinin temel problemlerinden birisi olarak ortaya çıktığını, muhalefete meşrûiyet atfetmeme anlayışının bu dönemle birlikte darbe dönemlerinin temel karakterini özetlediğini söyledi. Demokratik düşüncenin Türkiye’de yavaş yavaş, zaman içinde siyaset alanına yansıdığına dikkat çeken Ahmet Yıldız, İkinci Meşrûtiyet’e ve 31 Mart’a baktığımızda henüz bunun çok embriyonik düzeyde olduğunu söyledi. Çoğunluğun yönetmesi, azınlığın da haklarının korunması şeklindeki asgarî demokratik anlayışın uygulamalarda henüz bir karşılık bulamadığını ifade eden Ahmet Yıldız, bunun beraberinde getirdiği en önemli sonuçlardan birisinin iktidar ve muhalefet üzerinden ortaya çıkan siyasal kutuplaşma ve partizanlık olduğunu belirtti. 

Yıldız sözlerini şöyle sürdürdü: “31 Mart’ın ortaya çıkışındaki en önemli unsurlardan birisi, kendisini vatanın kurtarıcısı ve modernleşmenin taşıyıcısı olarak gören siyasî kadroların kendi politikalarına mutlak doğruluk atfetmeleri ve bu mutlak doğruluk üzerinden uyguladıkları politikaların oluşturduğu mağduriyetleri göz ardı etmeleridir. Bu mağduriyetleri ifade edenlerin bu mağduriyetlerin gerçek olabileceklerine inanmamaları ve bunun üzerinden muhalefeti siyasî etiketlerle gayrimeşrulaştırmalarıdır…” 

“Ya ben varım ya da hiç kimse yok” anlayışı problemli olarak devam ediyor

Bediüzzaman’ın bu olayları değerlendirme biçimine dikkat çeken Yıldız, onun toptancı olmayan, ya hep ya hiç yaklaşımında olmayan, pozisyonel olmayan, iktidar ya da muhalefet olma üzerinden siyasete bakmayan, siyaseti de bir farklılaşma zemini olarak gören anlayışının önemli olduğunu söyledi. 

O dönemdeki tartışma konularından biri olan subayların dinî konudaki lâkaytlarına maharet- salâhat-liyakat üzerinden bakan Bediüzzaman’ın askerlerin siyasete karışmasına da karşı çıktığını söyledi. 

Darbeler ve demokrasi açısından 31 Mart’ın gündeme taşıdığı önemli noktalardan birinin muhalefet ve iktidar ilişkilerini pozisyonel olarak oluşması olduğunu söyleyen Yıldız, “ya ben varım ya da hiç kimse yok” anlayışının problemli olarak devam ettiğini belirtti. 

Her darbe hareketinin bir meşrûiyet üzerinden kendisini haklılaştırmaya çalıştığına dikkat çeken Yıldız, bu meşrûiyet zemininin 31 Mart’ta “Şeriat” kavramı üzerinden oluşturulmaya çalışıldığını söyledi. Daha sonraki darbelerin Kemalistler açısından modern muasır medeniyet seviyesini yakalamak üzerinden çağdaşlaşmacı bir söylemin bir meşrûiyet zemini olarak karşımıza çıktığını ifade eden Yıldız, bu meşrûiyet zeminlerinin araçsal bir nitelik taşıdığını belirtti. Bediüzzaman’ın meşrûtiyet olarak tarif ettiği “Adalet, meşveret ve Kanunda inhisar-ı kuvvet” tanımlamasının kuvvetler ayrılığına, parlamentoya, seçimlere işaret ettiğini; genel olarak bunların iktidarın sınırlandırılmasını ve hukukun üstünlüğünü ifade ettiğini söyleyen Yıldız, Bediüzzaman’ın bu pozisyonunu ve düşüncesini her dönemde muhafaza ettiğini  belirtti. 

Darbeler, olağanüstü hal yönetimlerini kalıcılaştırdı

31 Mart  ve sonrasında yaşandığı gibi darbelerin olağanüstü hal yönetimlerini kalıcılaştırdığına dikkat çeken Ahmet Yıldız sözlerini şöyle sürdürdü: “Darbelerin olağanüstü hal yönetimlerini kalıcılaştırmak şeklinde bir takım sonuçlar doğurduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Osmanlı Devleti, 31 Mart’tan sonra sürekli bir sıkıyönetim halinde yaşamak zorunda kalmıştır. Bu sıkıyönetim hali güçlü olanın belirleyici olduğu, kuralları koyduğu bir çerçeve üzerinden devam etmiştir… Savaşın da getirdiği şartlar neticesinde İttihat ve Terakki’nin her şeyi kontrol ettiğini görüyoruz. Bu bize neyi söylüyor? Eğer siz siyaseti sürekli beka söylemi üzerinden yaparsanız, toplum olarak, devlet olarak varlığımız tehlikede, çok ciddî saldırılar altındayız, şeklinde beka üzerinden bir siyaset tanımlaması yaparsanız o zaman siyaset size sadece hayatta kalma imkânı sağlayacak kadar bir alan bırakır. Böyle baktığımız zaman hukuk devleti de, insan hakları çerçevesi de, demokratik değerler de… hepsi anlamını kaybeder ve bu olağanüstülük kalıcılaşarak olağan hale gelir. Darbelerin Türkiye siyasi hayatında yaptığı budur. Olağanüstünün olağanlaşması, istisnaların kural haline gelmesi ve görünür meşrûiyet aracı olarak parlamentonun ve anayasanın kullanılmasıdır. ”

“Şeriat böyle istenmez”

Dinî çevrelerle 31 Mart arasındaki ilişkiye de değinen Yıldız, dinî çevrelerin kurumsal nitelikte ayaklanmaya hiçbir şekilde destek vermediklerini söyledi. Volkan, Beyan’ül-Hak, Sırat-ı Müstakim gibi neşir organlarında meşrûtiyet karşıtı bir yazıya rastlamadıklarını, ulemanın da çoğunlukla meşrûtiyeti benimsediklerini ifade etti. İstibdat rejimlerinin kapatma rejimleri olduğunun altını çizen Ahmet Yıldız konuşmasını şöyle tamamladı: “İstibdat rejimleri kapatma rejimleridir. Bunu çeşitli şekillerde görmek mümkündür. Abdülhamid’in Bediüzzaman’a uyguladığı kapatma tımarhane ve hapishanedir. 31 Mart üzerinden İttihatçıların Bediüzzaman’a uyguladıkları kapatma rejimi hapishanedir. Bediüzzaman bu ikisini de musibet mektebi olarak değerlendirmiş ve buradan Divan-ı Harb-i Örfi’de yaptığı savunma üzerinden aslında nasıl bir siyaset okumasına sahip olduğunu, modernleşmenin Müslüman toplumlarına taşıdığı problemleri nasıl değerlendirdiğini, ortaya çıkan krizi nasıl yönetebildiğini ve bu krizin Müslümanlara, İslâm’a sordurduğu sorulara ya da meydan okumalara nasıl pozitif bir karşılık üretebildiğini görüyoruz… Bu çok önemlidir. Çünkü biz bir arayış dönemi içersindeyiz. Modernleşmenin İslâmla ve Müslüman toplumlarla etkileşim sürecinde, istibdatı reddeden, Müslümanların birer özne haline gelebildiği; ataletin, tembelliğin, ümitsizliğin ve bezginliğin ortadan kaldırılarak faal bir Müslüman ferdinin ortaya çıkması açısından Bediüzzaman’ın 31 Martçıları değerlendirme biçimi ve onların taleplerini ele alma biçimi, siyasî pozisyonun eksilerini ve artılarını tartma biçiminin son derece önemli olduğunu görüyoruz. 

Son olarak şunu ifade edeyim. Güçlü olan, o gücü meşrûlaştırabilecek bir siyasal söylem üretiyor. İttihad ve Terakki 31 Mart üzerinden irtica kavramını ders kitaplarına koyacak şekilde üretiyor ve buradan nemalanıyor. Bu kavram daha sonra inkılâpçılar ve mürteciler kavramlaştırmasıyla karşımıza çıkacaktır. 

31 Mart eğer Şeriatı talep ediyorsa, Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu önemli noktalardan birisi “şeriat böyle istenmez” yaklaşımıdır. Amaç araç uyumu açısından son derece önemli bir noktaya temas ediyor Bediüzzaman. Şeyh Selim, Şeyh Said ayaklanmalarına da destek vermeyişi bununla ilgilidir. Bediüzzaman hukuku, meşrûiyeti, legaliteyi her zaman temel alan; olağanüstülüğün hukuk düzenini ortadan kaldıran, keyfiliği yaygınlaştıran, zulmü normalleştiren tesirlerinden sakınabilmek için her zaman bu çerçeveye sadık kalmıştır. Partizanlıktan ve pozisyonellikten uzak kalmıştır. İslâm’ın araçsallaştırılmasına karşı çıkmıştır. Bunu ayaklananlara da, mahkemede de söylemiştir.  O hakkın hatırını her şeyin üzerinde tutan anlayışını her zeminde dile getirmiştir. Bediüzzaman siyasete, siyasî olaylara ve hayata da kendi değerleri üzerinden bakıyor, hiçbir zaman bu ilkeleri eğip bükmüyor. Sonuç olarak Divan-ı Harb-i Örfi üzerinden baktığımızda Bediüzzaman’ın nasıl bir demokratik anlayışa sahip olduğunu, meşveret-i meşrûa anlayışının nelere dayandığını, onun hukuk, meşrûiyet, rıza, adalet kavramlarına ne kadar önem verdiğini görüyoruz. 31 Mart’ın sordurduğu sorulara Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb-i Örfi’si üzerinden baktığımızda o dönemdeki meşrûiyet arayışlarına, siyaseti algılama biçimine, fırkalaşma tarzına, Müslümanların siyasetle kurduğu siyasetle ilişkinin yansımalarına baktığımızda, o zaman meşrûtiyet-i meşrûa olarak ifadesini bulan, bugün İslâmî zeminde bir demokratik anlayışın ilkesel olarak inşa edilmiş adımlarını görüyoruz. ” 

DEVAMI YARIN

Okunma Sayısı: 4961
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı