Bediüzzaman İslâm’a hizmet adına gerek Risale-i Nur camiasının dini siyasete alet eden menfî siyasete girmesine ve gerekse de devletin asayiş kuvvetlerine karşı kalkışma ve darbe anlamındaki fiilî mübarezeye teşebbüs etmesine kesinlikle karşıdır.
Dizi: 15 Temmuz Sürecine Bediüzzaman Penceresinden Bakış - 2
Ali Vapurlu
OHAL İLE HUKUK ASKIYA ALINDI
20 Temmuz’da ilân edilen OHAL kararnâmesi ile siyasetin yargı üzerindeki vesayeti ve demokrasinin sınırlarını zorlayan tasarruflar ve bunların yargı üzerindeki etkileri neticesinde 15 Temmuz yargılamalarında vahim hatalar yapıldı.
Yargı, darbeye fiilen bulaşanların dışındakileri de kapsamak üzere iltisak ve irtibat gibi hukukun temel ilkeleri ile çelişen bir mefhum üretti ve masumiyet karinesi, suçun şahsiliği gibi temel ilkelere aykırı hareket edilmesi ile “Cemaat eşittir terör örgütü” gibi bir hükme varıldı. İnsanların hukuka uygun deliller yerine istihbarî belgelerle mahkûm edildiği ve adaletin hafiyelerin sözleri üzerine bina edildiği bu sürecin sonucu olarak masumları hedef alan zulümler meydana geldi.
Mevcut siyasî iktidarın teşviki ve körüklemesi ile atılan bu adımlar, darbeye fiilen karışanlardan çok, devlet izni ile açık tutulan bankalarına para yatıran, gazetelerine abone olan, sendikalarına üye olan insanları mesul etmiş ve neticede dehşetli zulümler meydana gelmiştir.

SUÇUN ŞAHSÎLİĞİ ASIL OLMALI
Hâlbuki Bediüzzaman “Vela teziru vaziratün vizra uhra” ayetini tefsir ederken; ‘Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.’ Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup ahirette mesul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumînin gösterdiği tahribâtın emsaliyle, esfel-i sâfilîn olan o vahşî irticaa düşecek” demektedir.
15 Temmuz Darbe teşebbüsü sonrası yapılan yargılamalarda bu ölçülere dikkat edilmemiş ve kurunun yanında yaşı da yakan bir yargılama süreci neticesinde, fiilen işin içinde olmayan binlerce insan “Ehl-i hükümet ele bakar, kalbe bakmaz” düsturuna aykırı olarak eza ve cefalara muhatap olmuş; mağdur ve mazlum hâle getirilmiştir. 15 temmuz menhus ve müessif hain darbe teşebbüsü faillerinin ve onların yaptıkları zulümleri nasıl tasvip etmeyip telin etmişsek, aynen öylede bu kalkışma bahane edilerek haksız ve hukuksuz bir şekilde kalkışma ile fiilen hiç bir alakası olmıyan pek çok kişilere yapılan zulümleride tasvip etmemiz mümkün değildir.

HANGİ FİİLLERİMİZ KADERE BU FETVAYI VERDİRDİ?
Bununla beraber Bediüzzaman, “Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder” demektedir.
O yüzden 15 Temmuz Darbesi’yle hiçbir alâkası olmadığı hâlde, darbe sonrasında hapis, işkence vb. musibetlere maruz kalanların, “Kader-i İlâhî adil olduğuna ve zulmetmeyeceğine göre acaba geçmişte hangi fiil ve davranışlarımızdan dolayı kadere böyle bir musibetle hükmetmesi için fetva verdirdik?” diye düşünmeleri ve kendilerini muhasebeye çekmeleri gerekmektedir.
Bediüzzaman bu hususa şöyle bir misalle açıklık getirmektedir: “Kader hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini bina eder, kaderin ayn-ı adaletinde zulme düşerler. Meselâ, hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Hâlbuki sen sârık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte, kader-i İlâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir.”
Beşer eliyle yapılan zulümlerin arkasında geçmişte işlenen hata ve kusurların payı vardır. Hakikat-i hâlde bu kusurların cezası ahirette görülmesi gerekirken, hak etmediği ve masum olduğu hâlde zulmen hapse atılıp, işkencelere maruz kalan kişilerin uğradıkları bu musibet, geçmişteki kusurlarına kısmen ya da tamamen kefaret olduğu gibi, bazı hususî şahıslar hakkında da ihlâs-ı tammeye ve tezyid-i derecata vesiledir. Zira,“Çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir.”

NUR TALEBELERİ SİYASETE VE İDARE İŞİNE KARIŞMAMALI
Bununla beraber Bediüzzaman’ın, “Siyasal ve Radikal İslâmcılık” çizgisindeki siyasetli cemaatler ile Risale-i Nur ve Talebelerini temastan men etmesinin hikmetini ve buna karşılık tam bîtarafane kalmalarının gerekliliğini şöylece nazara verdiğini görmekteyiz:
“Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünkü hâlisâne hizmet-i Kur’ânîye, onlara her şeye bedel, kâfi geliyor.
Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhâlde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak.
Hem maddî mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat ile, birinin hatasıyla onun masum çok taraftarlarını ezmek lâzım gelecek. Yoksa, mağlûp düşecek. Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında Kur’ân’ın hiçbir şeye âlet olmayan kudsî hakikatleri, bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek.
Hem milletin her tabakası, muvafıkı ve muhalifi, memuru ve âmisinin o hakikatlerde hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirtleri, tam bîtarafane kalmak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiş.”
Mezkûr ifadelerde de görüleceği üzere; Bediüzzaman İslâm’a hizmet adına gerek Risale-i Nur camiasının dini siyasete alet eden menfî siyasete girmesine ve gerekse de devletin asayiş kuvvetlerine karşı kalkışma ve darbe anlamındaki fiilî mübarezeye teşebbüs etmesine kesinlikle karşıdır.
RİSALE-İ NURLAR DÜNYEVÎ HİÇBİR ŞEYE ALET EDİLEMEZ
Risale-i Nur, umumun malı olması ve muhalif ve muvafık herkesin bu hakikatlere muhtaç olması sebebiyle, bir tarafa tâbi ve dahil olmamalıdır. Çünkü bir tarafa tâbi ve dahil olmak, iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakmayı gerektirir. Bu durumda Risale-i Nur siyasî bir propaganda malzemesi hâline gelir.
Hâlbuki “İman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost-düşman, derste fark etmez. Hâlbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler, ihlâs kırılır.” ifadeleri Nur Talebeleri için temel bir esastır.

ÖNEMLİ BİR ÖLÇÜ: NE HAYDAR AĞA, NE DE HAYDO!
Onun içindir ki Bediüzzaman’ın mezkûr ölçülerinden hareketle, Nur Talebelerinin siyasetli cemaat hüviyetini taşıyan “Siyasal veya Radikal İslâmcılık” anlayışlarına sahip oluşumlara tam bîtarafane olan duruşlarını muhafaza etmeleri gerekmektedir.
Bediüzzaman’ın ifrat, tefrit ve vasat yaklaşımını ifade etmek üzere kullandığı “Haydar Ağa, Haydo ve Haydar” tabirlerini mezkûr meselenin, daha iyi anlaşılması açısından burada bir kez daha zikretmekte fayda mülâhaza ediyoruz.
Biz geçmişte, AKP veya Gülen Hareketi’nin önde gelen idarecilerinin bazı müsbet icraatları mübalağa ederek, AKP Lideri’ne “Ümmetin Halifesi,” Gülen Hareketi Lideri’ne de “Kâinat İmamı” denilmesini Haydar Ağa yaklaşımı olarak gördüğümüz için tasvip etmiyorduk.
Bugün de menfaat ve hâkimiyet kavgası yüzünden birbirine düşen veya düşürülen bu iki cereyanın, birbirlerini tahkir ve tezyif için söyledikleri, Asrın Deccal’i ve Süfyan’ı gibi tekfire varan Haydo anlamındaki yaklaşımlarını da doğru bulmuyor ve iştirak etmiyoruz.
Biz, bunlara karşılık her şeyi olduğu gibi vasfetmek anlamındaki Haydar yaklaşmının bir gereği olarak dün “Haydar” dediğimiz gibi bugün de “Haydar” diyor ve İslâmiyet’e hizmet adına ortaya koyulan “Siyasal veya Radikal İslâmcılık” anlamındaki gayr-i Nebevî tarz ve metotları, siyasette muktesit mesleğin bir gereği olarak doğru bulmuyor ve tasvip etmiyoruz.
KALKIŞMA DA YANLIŞ, KEYFÎ YÖNETİM DE...
Elhasıl, “Hakkın hatırı âlîdir hiçbir hatıra feda edilmez” presibinden hareketle, 15-20 Temmuz sürecine ve bu süreçte gerçekleşen gelişmelere ve icraatlara hak, hukuk, adalet ve demokrasi penceresinden bakıyoruz. Bu anlamda ne demokrasiyi akamete uğratan “Radikal İslâmcılık” anlamındaki kalkışmacı bir teşebbüsü ve onu haklı gören anlayış ve yaklaşımları; ne de bunları bahane ederek pek çok masumların haksız ve hukuksuz bir şekilde zulüm görmelerine neden olan “Siyasal İslâmcılık” anlamındaki dini siyasete alet eden mevcut iktidarın bu kabil icraatlarını tasvip etmiyoruz.
(Bediüzzaman Said Nursî’den İçtimaî ve Siyasî Tespitler, Y.A.N., s.175)
–Son–