ABDURRAHMAN ÖNBAŞ - S. ALP ÖZCAN
Sürgün Değil, Manevî Bir Tayin
1926 yılının soğuk ve kasvetli günlerinde, Bediüzzaman Said Nursî, dönemin hükûmeti tarafından Barla isimli ıssız bir dağ köyüne sürgün edildi. O dönemin şartlarında bu, açık bir cezaydı. Kimsenin uğramadığı, unutulmuş bir köye gönderilmek demekti bu. Fakat Said Nursî için bu karar, kaderin özel bir tayiniydi. O, bunu bir sürgün değil, bir görev olarak gördü. Barla’ya ayak bastığında yanında hiçbir şey yoktu; ne müritleri, ne kitapları, ne de rahat bir hayat. Ama kalbinde büyük bir dava vardı.
Barla, o zamanlar hem coğrafi olarak izole bir yerdi, hem de maddî imkânlar açısından oldukça fakirdi. Ne yollar düzgündü, ne posta doğru düzgün işlerdi. Ancak tüm bu dış şartlara rağmen Üstad, burada öyle bir iman mücadelesi başlattı ki, bu sessiz köy, yıllar içinde bir Nur medresesi hâline geldi.
Kalemle Başlayan Büyük Bir Direniş
Barla’ya yerleştirildikten kısa bir süre sonra Said Nursî, inzivaya çekilmiş bir hâlde, gece gündüz tefekkür ederek kalemini eline aldı. Ne bir teşkilatı vardı, ne para kaygısı, ne de dünyevî bir plan. O yalnızca insanlara imanı anlatmak, kalplerin sarsılan temellerini yeniden sağlamlaştırmak istiyordu.
İşte Barla’da bu büyük direniş başladı. Ama bu direniş, ne bağırarak, ne kavga ederek, ne de isyan ederek yapıldı. Onun kalemiyle verdiği mücadele, sessiz ama sarsıcıydı. Yazdığı her satır, insanların gönlüne birer tohum gibi düşüyor, zamanla iman meyveleri vermeye başlıyordu.
O günlerde bir yazı yazmak, onu çoğaltmak ve okutmak kolay değildi. Devletin gözetimi altındaki biri olarak, her hareketi izleniyordu. Ancak buna rağmen, yazdıkları küçük kâğıtlara aktarılıyor, sonra elden ele çoğalarak köylere, kasabalara yayılıyordu. Barla’dan çıkan bu ışık, zamanla tüm Anadolu’yu aydınlat- maya başladı.
Talebelerle Kurulan Gizli Medrese
Barla’daki hayat, tek başına sürdürülebilecek bir mücadele değildi. Kısa sürede çevresinde genç ve samimî insanlar toplanmaya başladı. Köyün gençleri, çiftçileri, öğretmenleri ona gönül veriyor, el yazısıyla eserleri çoğaltıyordu. Her biri, hem yazıcı hem okuyucu, hem de dağıtıcı oluyordu. Bu insanlar, Barla’nın sessiz sokaklarında adeta bir iman zinciri kurdular. Ne üniformaları vardı, ne de silahları. Ama ellerindeki kalem ve yüreklerindeki inanç, onların en büyük gücüydü. O küçük köy, bir medreseye dönüştü. Ne ders zilinin sesi duyuluyordu, ne de tahtası vardı. Ama o topraklarda inanç, azim ve fedakârlık vardı.
Gözetim Altında Bir Hayat
Barla hayatı boyunca Said Nursî, sürekli gözetim altındaydı. Evinin önü beklenir, ziyaretçileri sorgulanır, mektupları kontrol edilirdi. Köylülerin onunla konuşması bile dikkatle izlenirdi. Bu ağır baskıya rağmen o, hiçbir zaman devlete düşmanlık duymadı. Sessizliğini ve vakarını korudu. Onun tepkisi bağırmak değil, daha çok çalışmaktı.
Her gününü yazmakla, düşünmekle ve dua etmekle geçirdi. Zamanla bu baskılar, onu sindirmek yerine daha da güçlendirdi. Çünkü her engel, onun inancını daha da sağlamlaştırıyordu. Gözetim altındaki hayatı, aslında bir yönüyle daha büyük bir hizmete vesile oluyordu. Yazdıkları daha da kıymetli hâle geliyor, daha dikkatle okunuyordu.